İlkbahardı…Kışın
acı soğuğunun ılık hissedilmeye başlandığı vakitlerdi.....
Hani sabah uyandığınızda
burnunuza yağmurun, toprağın o soğuk, o sessiz yüzeyine bıraktığı o esansı koku
gelir ya, insana derin bir nefes alma isteği uyandıran, alınan o derin nefesin
ciğerlere dolduğunda insana biraz sevinç biraz hüzün birazda keder yükleyen,
bir an ‘benim sonum ne olacak’ diye düşündürür. Tam bu ruh hali üzereyken
bir ses böler... Hani o ruhi
çalkantıları, tıpkı yağmur sonrası yazın
bakmaya doyamadığımız o tarih kokan evlerin saçaklarından damlayan sulardan
kaçarken bir şerefi bozuğun çıkıp arabasıyla sizin fakir ama gururlu
elbiselerinizin üzerine yolda birikmiş pis suları sıçratmasıyla aslında
sizin ne kadar aciz bir yapıda olduğunuzu,
kendini beğenmiş ve artistliğin kışın işe yaramadığını gösteren sıradan bir
gündü...
Hayat bütün sıradanlığıyla akıp gidiyordu,
kilise daha önce hiç böyle olduğu kadar sakin ve ıssız olmamıştı. Kısa bir süre
önce papaz Andrea ölmüştü yerine 1.Alfonzo kilisenin başına geçmişti. Artık papazdı
ama illegal bir papazdı, Andrea’nın ölümü üzerine papa kilisenin kapatılmasını
istemiş fakat Alfonzo burdan gitmemek için kilisenin bulunduğu araziyi satın
almış parasını papa’ya göndermiş ve kiliseyi kapatmaktan kurtarmıştır, artık
burası özel şahsa ait bir kilise olmuştur ve ismini ‘Yüce Alfonzo’ olarak
değişmiştir.
Alfonzo kilise işlerine tek başına artık
bakamaz olmuştur. İş yoğunluğu artmış artık insanlar daha çok günah çıkarma
seanslarına gelmekteydi çünkü, Alfonzo bunun için çok emek harcamıştı, hapishane arkadaşlarından birine kiliseye çok yakın olmamak şartıyla sahil kenarına
çıplaklar kampı kurmasını istemiş ve ona maddi destek sağlamıştır, o eyalette
bulunan büyük bir üniversiteye gidip rektörle görüşerek kilisenin yakınına bir
fakülte açmalarını Tanrı adına istemiştir. Çok kısa sürede iki projesi de
hayata geçen Alfonzo, bu şekilde insanların ahlaklarının bozulacağını ve daha
fazla günah işleyeceklerini ve neticede de işleri artacak ve paraya para altına altın dememeye başlayacaktı... Kısa bir süre sonra insanlar daha
fazla kiliseye gelmeye başlamıştı. Ve işte bu yüzden Alfonzo iş yükünü
hafifletecek bir yardımcı arıyordu. Bu yüzden yerel bir gazeteye ilan verdi.
Cıvarın en yaygın, en popüler ve en marjinal
gazetesi olan ‘Capitals Time’ yeni dünya düzeninde kapitalizmin dişlilerinin
iyi yağlanması gerektiğini savunan ve uğrunda her türlü propagandayı yapmaktan
çekinmeyen bir gazetedir. Kapitalizm, ‘Tanrının yeni dünya düzeninde halkların
daha fazla özgürleşmesi, refah ve huzura erişmesi için insanlara açtığı bir
kapıdır’ sözünü kendilerine düstur edinen bir yapıya sahiptiler..
Alfonzo kendi fikirlerine yakın olan bu
gazeteye ilanını çok sade ve açık bir şekilde vermişti.
“Kendisine Aşırı
güvenen
Yalakalıkta sınır tanımayan
Ağzı iyi laf yapabilen
Biraz dini, bolca siyasi ve magazinsel bilgiye sahip
Askerliğini yapmış, Bekar veya Dul
18-30 yaşlarında Rahip ve Rahibeler aranmaktadır.”
Yalakalıkta sınır tanımayan
Ağzı iyi laf yapabilen
Biraz dini, bolca siyasi ve magazinsel bilgiye sahip
Askerliğini yapmış, Bekar veya Dul
18-30 yaşlarında Rahip ve Rahibeler aranmaktadır.”
İlanın verilmesiyle birkaç aday gelmişti,
fakat Alfonzo bunlar arasından istediğini bulamamıştı.. Bir ikindi vaktiydi tek
başına kilisenin bahçesine geçen günler de Belediye başkanın günahları karşılığı
aldırttığı banklardan birine oturmuştu elinde bir büyük fincan sütlü kahve
yanında tıpkı babaannesinin yaptığı gibi yapılmış ve Tanrı için kiliseye
sunulan birkaç fındıklı kurabiye vardı. Bir yandan sıcak sütün kokusu diğer
yandan yine belediye başkanına yaptırmış olduğu güzelim bahçenin çiçeklerinin
kokusu. Bu eşsiz zevk şölenine geçen gece gittiği şeytan çıkarma seansı sonucu
hediye edilen ayakkabının rahat ve sıcaklığı da eklenince, üzerindeki %70 ipek
%30 pamuk marka gömleği bir anda hangi günahkarın günahı için kefaret olarak
verdiğini bile unutmuştu..
Bütün zevk ve sefanında bir sonu olmalıydı,
bu da öyle olmuştu kahveden aldığı yudumunun son yudum olduğunu ve
kurabiyelerden de sadece kırıntılar kaldığını öğrenmesi çok uzun sürmedi ve tüm
bunlar yaşanırken, kilisenin o otantik paslı ağır kapısı gıcırdayarak ve
giderek bir homurtunun yüklemesiyle açılıyordu. Yılların eskitemediği fakat
sadece çürütüp paslandırdığı bu kapıdan hızlı adımlarıyla kısa boylu şişman yirmi
altısından bir türlü gün alamayan, çocukken bar kapısında bırakılmış bir haleti
ruhiye ye sahipmiş gibi görünen bir zenci girdi.
Uzaktan adi bir pislikmiş gibi görünen bu
adam, hantal umursamaz, serseri adımlarıyla Alfonzonun olduğu yere doğru yürüyordu.
Tek yetkilinin o olduğunu bilmiyordu araştırmacı yönünü sergilemek için güzel
bir ortam diye düşündü ve sohbeti başlattı…
-
Naber dostum ben
Bob. Hani şu ilan var ya, ben onun için geldim ne dersin dostum beni patronunla
görüştürecek misin?
-
…….!!
-
Hadi ama ahbap,
burada senle konuşmaya çalışan bir zenci var, beni duysan diyorum artık.
-
………..!!!
Alfonzo konuşmuyor
sadece bu çok konuşan zenciyi süzüyordu, aradığı özelliklerin olup olmadığına
bakıyordu. Fakat zenci giderek kelimelerini ve ses tonunu sertleştirmeye
başlamıştı.
-
Hey lanet olsun
dostum. Şu lanet ağzını açta, karşında duran lanet zenciye, birkaç lanet kelime
et. Come on.. Dostum ben oradan büyük bir beyaz pisliğe mi benziyorum ki bana
cevap vermiyorsun. Dua et Tanrının evindeyiz yoksa senin o lanet kıçını
tekmelemek için seni ayağa kaldırmıştım...
-
Hoş geldin evlat..
Ben buranın tek rahibi, patronun, mal sahibi mülk sahibi hatta ilk sahibi Rahip Alfonzo
Margari
-
Evet anlıyorum,
demek o yüce şahsiyet, o iflah olmaz akıl fikir ve düşünce sahibi, deryaların
ilim ve hikmetiniz yanında beyaz bir pislik kadar küçük kaldığı muhterem zat
sizdiniz demek, sizin bu sınır tanımayan ululuğunuzdan çok etkilenmiş olan şu
lanet bedenimi sizin o aydınlık yolunuza kurban etmeye geldim. Dostum Victor
her zaman şöyle derdi “ Ete kemiğe büründük, Victor diye göründük”
-
Victor mu dedin
sen, hangi Victor bu?
-
Hey dostum yoksa
sen Victor’u tanımadığını mı söylemeye çalışıyorsun hey adamım o bir efsaneydi,
yer altı dünyasının prensiydi, şövalyesiydi, o ve çetesi tarihe geçmiş büyük
pisliklerdendir.. Zamanında beni de kolladı, lanet bedenim şu an karşındaysa bu
onun sayesindedir.
-
O Victor, bu Victor
demek…. Victor’la geçmişte yakın arkadaştık, bana bir şey olursa adımı söyleyen
herkes yardım etmemi istemişti..
-
Demek sende onunla
birlikte çalıştın dostum, öyle büyük bit insanın öldürülmesi yer altı
dünyasında büyük bir kaosa sebep oldu, onun yeri hala doldurulamadı…
-
Ona kıyanları Tanrı
affetmeyecektir evlat, Tanrının laneti onları saracaktır yakında. Artık
Victor’un dostu benim dostumdur, bu iş senindir evlat. Hemen git gazeteye Tanrı
yardımcısını buldu ilanı kaldırabilirsiniz de. Dur ama önce çay içelim sonra
git Tanrının hizmetine başla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder