|
bölüm-1 |
Yazın bunaltıcı sıcaklarından sonra Ilık geçen kasım sonu günlerinden
birinde Varşova sonbaharının serin meltemlerine bırakıyordum zihnimin karmaşasını..
Tabiata bir örtü misali yayılan yeşilin tüm tonları kendini artık gizlercesine
saklıyordu. Sanki tüm bu güzelliklerin geçici olduğunu haykırıyordu kendi
diliyle... Yerini kurumuş yapraklara, solmuş çimlere terk ediyordu...
Sanki geri dönüşü olmayan bir yola çıkıyordu arkasında bir şey bırakmak
niyetinde olmayan biri gibi..
1938 sonbaharı belki de hayatımın en kötü günlerimin başlangıcı olmaya başlamıştı.
Tüm dünyada bir kaos hakimdi, Nazi Almanyası yürüttüğü akıl almaz politikalarla
tüm dünya ülkeleri için bir tehdit haline gelmişti. Bir gün Polonya'nın da başına
bela olacağını tahmin ediyordum, devletimizde bu tehdidin farkına varıp
karş önlem almaya çalışıyordu..
Hayat bir seklide akıp gidiyordu, kotu günleri düşünmek istemiyorduk, o
yüzden normal hayatimizi yasayıp olacakları zamana bırakıyorduk. Hayat en çok Yahudiler
için zor olacağa benziyordu, Nazi siyasi anlayışında Yahudi ırkının yok
edilmesi amaçlanıyordu. Bu da Polonya'yı ve de Varşova’yı hedef tahtasına
koyuyordu. Çünkü New York'tan sonra en kalabalık Yahudi topluluğu Varşova daydı.
Tüm bunlar beni ve ailemi tedirgin ediyordu,
çünkü eşimde bir yahudiydi.Hana ile gecen yaz Fransa da tanışıp evlendik.Şu an İkimizde
Varşova medicaver hastanesinde çalışıyoruz.
Dünyadaki
Nazi terörünü her gün ajanslardan endişeyle takip ediyoruz. Eylül 1938 deki
Münih antlaşması ile Nazi almanyasi Çekoslovakya’yı işgale başlamıştı, bu işgallerin bize ulaşması fazla uzun
sürmeyecek gibi Hitler'in bu topraklarda hayal ettiği büyük Reich
imparatorluğunun içerisinde yer alıyor. Kendi hayalini tüm Almanyanin hayaliymiş
gibi gösterebiliyordu, bunu dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan propaganda
bakanlığını kurmasıyla başarmıştı.
1939 başında artık sıranın Polonya'ya geldiğini görmüşlerdi, tüm dünyaya
Polonya işgalinin Meşrutiyetini gerekçe gösterecek bahaneler bulmaya başlamışlardı. Buna tepki olarak 1939 Martında Fransa ve İngiltere
Polonya'nın sınır bütünlüğünü garanti altına aldığını duyurdu.
Tüm
bu olanlardan sonra karim hana ya artik Polonya'yı terk etmemiz gerektiğini Almanların
yakında buraları işgal edeceğini ve Yahudilere zulüm yapacağını söylemeye
başladım. Fakat hana terk etmeni korkup kaçmak olduğunu ve bunun ülkeye ihanet
olacağını Devlete, Fransa ve ingiltereye güvenebileceğimizi söylüyordu. Ben ise
o devletlere güveniyordum, Almanya isterse onları da ikna edebilir hatta işgal
dahi edebilirdi.
1939
yazı, insanlar geri dönüşü olmayan seyahatlere çıkıyorlardı, gizliden bir kaçış
vardı, insanlar evlerini, eşyalarını
bırakıp gidebiliyordu gidenlerin çoğu da Yahudilerden oluşuyordu. Ama ben hala
Hana yi ikna edebilmiş değildim, gitmemekte ısrar ediyordu, bana sürekli:' Benim Yahudi olduğumu eğer
biliyorsa ve senin dediğin kadar güçlülerse beni dünyanın her yerinde bulurlar,
bizi rahat bırakmazlar'' diyordu.
Takvimler 1 Eylül 1939'u gösteriyordu saatler 04.30...Varşova medicover
hastanesinde nöbet de olduğum sırada şehirde yoğun bir şekilde bomba sesleri yükselmeye
başladı, hemen sonrasında siren sesleri yankılanmaya ve radyodan insanların
sığınaklara gitmeleri gerektiği söyleniyordu. Herkes korku ve panik içerisinde
ne olup bittiğini anlamamıştı, ama bu Nazilerin şehrimizi saldırdığını gösteriyordu...
Almanya bize savaş ilan etmeden saldırıyordu, habersizce ve zalimce... Savaşın
adil ve denk olmayacağı buradan belli oluyordu.
Eve
gitmeliydim, Hana'yı alıp buraya getirmeliydim hastanenin sığınağında
kalabilirdik, bu saatten sonra hiçbir
yer güvenli değildi. Hastalar sığınağa taºınmaya başlanmıştı, bende hemen kendimi dışarı attım çok ağır bir
bombardıman altındaydı şehir, Tanrıya şükür
hastane henüz zarar görmemişti. Bir anda korkuya kapıldım! Peki ya Hana o iyi miydi
acaba? O an gözüm karardı ve yere
yığıldım. Gözümü açtığımda Hana yanımdaydı, bomba seslerini duyunca oda yanima gelmeye
çalışmış. ?
Hastane sığınağa indik, her durum göz önüne alınarak hazırlanmıştı.
Haftalarca burada kalabilirdik. Günlerce şehirden bomba sesleri kesilmedi,
hastanede epey bir hasar almışa benziyordu. Dışarı çıkmakla elimize bir şey geçmeyeceğini
biliyorduk, o yüzden bizde bir kaç hafta boyunca sığınak da kaldık. Bizi iki şey
bekliyordu ya yetkililer bizi kurtaracak yâda Nazilere esir düşecektik...
Kasım
1939 da Naziler Varşova’ya uzun bir hava operasyonundan sonra karadan da girmişti.
Askerler insanları toplamaya başlamıştı,
bizi de hastanenin sığınağından bulup çıkardılar ve sürükleyerek yol
kenarlarına sıralamaya başladılar. Bize attıkları zafer turlarını izlettiler,
bunla da yetinmeyip devletin bizi bırakıp kaçtığını söyleyip moralleri yıkmaya
çalışıyorlardı...
Bir süre sonra insanları sınıflandırmaya başladılar. Özellikle Yahudileri
ayırmaya onları özel yerlere yerleştirmeye başladılar, hana dan ayrı kalmamak
için bende Yahudi olduğumu söyledim. Yahudilerin
kollarına beyaz şerit üzerine mavi Davut yıldızı amblemi dikmelerini ilan
ettiler, bu emre uymayanların infaz edileceğini de eklediler. Şehirde tüm
okullar kapatıldı, insanlar köle gibi
çalıştırılmaya başlandı. Nerdeyse herkes Naziler için çalışıyordu, toplumda bir
kaos hakimdi, insanlar korku içerisinde yaşıyordu her an ölme korkusuyla
yasamaya başlamışlardı. Aslında ben kendim için değil hana için endişeleniyordum.
Bombalar öldürmemişti ama bu Naziler bizi zevk için öldürecekti..
Hayatta kalama mücadelesi vermeye başlamıştık. Hanayi hiç yanımdan ayırmıyordum,
bize kalacak bir yer gösterdiler. Onlarca kişi küçük bir evde kalmaya zorlanmıştık,
hanayla kaldığımız odada iki Yahudi aile daha kalıyordu. Gün boyunca Nazilerin
bize verdiği isleri yapıyor gün sonunda da bize verdikleri kumanyalarla hayatta
kalmaya çalışıyorduk. Bir aileye yetecek gıdayı 10 aileye veriyorlardı
Bizim kaldığımız yer bir getto haline getirilmişti. Yüksek duvarlar ve
tel örgülerle çevrilmişti. Dışarıyla iletişimimi kesmişlerdi bizi burada
açlıktan öldüreceklerdi
Hanayı
artik dışarı çıkarmıyordum, çalışmalara tek gidiyordum onu tehlikeye atamazdım çünkü
artik bir bebeğimiz olacakti... Her gecen gün sayımız atıyordu, ülkedeki bütün
Yahudiler burada toplanıyordu sanki... Bi sure sonra açlıktan insanlar ölmeye
başlar hale gelmişti. Bazı günler yiyecek dağıtılmıyordu. Bir parça ekmek için
insanlar birbirini öldürmeye başlamıştı, tanrıya şükür bizim birlikte kaldığımız
insanlarla sorunumuz olmuyordu birbirimizi kolluyorduk. Hananin da hamile
olduğunu biliyorlardı o yüzden de ona karsı daha nazik davranıyorlardı...
Bu
sabah iki alman askeri konuşurken duydum tek düşmanımız almanlar değilmiş Stalinle
hitler anlaşıp ülkeyi kendi aralarında paylaşmışlar...
Zamanla Nazilerin eğlence anlayışı Yahudileri
öldürmek üzerine olmuştu. Basit Sebenlerden bir Yahudi oldurulebiliyordu...
Daha fazla Yahudi beslememek için yok etme yoluna gidiyorlardı.
Bazı
akşamlar Yahudi evlerine baskın yapıyorlardı,
ellerinde isim listeleri, insanları derdest edip götürüyorlardı ve
onlardan bir daha haber alınmıyordu... Dun gece komsu binaya geldiler yaşlı bir
adamı balkondan aşağıya attılar üstelik tekerlekli sandalyesiyle birlikte,
ihtiyarin tek suçu askerler geldiğinde ayağa kalkmamasıymış... İste böyle sebeplerle
insanlar katlediliyordu...
Kaçmaya düşünenler oluyordu fakat bir kaç başarısız girişim ölümle sonuçlanınca
insanlar kaçma seçeneğinden vazgeçmişlerdi... Duvara yaklaşıp tellere bakan
birinin oracıkta öldürüldüğünü gördüm, kolay değildi burada yaşamak, beni
ayakta tutan şey ise hana ve doğacak bebeğimizdi...
İnsanlar öldürülüyordu kaldırım kenarlarında cesetler, kimse dönüp
bakmıyordu bile psikolojiler bozulmuştu herkes kendi canının derdine düşmüştü...
Sokaklar ceset dolmuştu, evlerde ölen
insanlar bile sokaklara bırakılıyordu. Artik alman askerleri de kokulardan
rahatsız olmaya başlamışlardı ve araçlarla cesetleri taşımaya başladılar. O araçlara
da bizler yüklüyorduk...
Her
sabah daha kötü güne uyarıyorduk, beni bu felaket ortamında ayakta tutan tek şey
ailemdi ama bu sabah Nazi askerleri burada ki bütün kadınların bugün öğleden
sonra trenle başka bir çalışma kampına gideceklerini duyurdular... Sadece kadınlar...
Ne eşleri ne de çocukları yanlarında gidebileceklerdi. Aşağı yukarı 1000 e
yakin kadın yalnız başına başka bir kampa götürulecekti.
Trenin kalkmasına yakin vedalaşmalar başlamıştı ne kaçabilirlerdi ne de
saklanabilirlerdi. Zorla götürülüyordu, Hanayi kaybediyordum belki bir daha onu
göremeyecektim. Kendimi kaybetmemeye çalışıyordum yanlış bir hareketle onların
da hayatini tehlikeye atabilirdi
Vakit gelmişti... Gidecekleri yerde esir işçi kadınlar zorlu çalışma şartlarında hayatta kalmaya çalışıyorlarmış.
Hüzünlü bir vedaydi bizimkisi, hana mı geç
bulmuştum erken, kaybediyordum... Göz yaşları hana ile aramıza girmeye çoktan başlamıştı...
Artık bundan böyle öncelikle hayatta kalıp daha sonra buradan kurtulmanın bir
yolu bulmam ve Hana'yı bulmam gerekti...