Masal gibi günlerde kaldı hatıralar...
Evveliyatında
krallıkların padişahlarla komşu olduğu, ülkelerin birinde yalnız yaşantısı ile
tanınan insan ilişkilerinde pek de baş arılı görülmeyen biri yaşarmış. Şansız
ve kısmetsiz diye tam salmış olan Bedrettin, küçük yasta ailesini, kedisini,
sınıf arkadaşının platonik aşkını, babasının karne hediyesi bisikletini,
annesinin ördükten sonra kör olduğu kazağını, ahırdaki eşeğini, çantasındaki
defterini kitabını, çok sevdiği kokulu silgisini kaybettiğinden beri insanlar
tarafından uğursuzlukla itham edilmiş ve toplum dışına itilmiş. Ve yalnız
yaşamaya mahkûm edilmiş.
Babasından kalan
tarlasını satıp önce başka diyarlara göçmek istemiş ama onu bile iyi bir fiyata
satmak nasip olmamış Bedrettin’e, bölgenin kralı tarlasının üzerinden yol
geçmesini ferman buyurmuş ve tarlayı elinden ucuza almış… Bedrettin elindeki
son parayla dağ başında kendisine küçük bir kulübe yapmak bahçesinde de bir
şeyler yetiştirmek istemiş… Aksilikler de peşinden dağ başına kadar gelmiş.
İnşaat sırasında başına gelmeyen şey, sadece ölüm olmuş, oda bir ara görünür
gibi olmuş ama!
Bereketli
topraklar üzerinde bulunan ülke, Bedrettin’in inşaatı bitirip bahçesine bir
şeyler ekmeye başladıktan sonra kurak bir ülke olmaya başlamış. Tam evine
yerleşip huzuru bulduğunu sandığı sırada, bir gece ansızın kralın adamları gelmiş
ve Bedrettin’i alıp sarayın zindanına atmışlar. Evini de izinsiz yaptığı
gerekçesiyle de yıkmışlar, kurumuş bahçesine de yapacak bir şey de yokmuş
zaten…
Mahkeme
kurulamamış, sürekli çıkan aksilikler yüzünden Bedrettin bir turlu yargılanamıyormuş
ve bu durum kralın sol kulağına kadar fısıldanmış. Ve kral, Bedrettin’i
huzuruna çağırtmış. Huzura gelene kadar
sarayda aksiliklerin artması kimsenin dikkatini çekmemiş. Bedrettin’in sıradan
görünüşü altında bir bahtsızlık yatıyormuş.
Kralın huzurunda gelip derdini anlatmış ve bağışlanma talep etmiş biraz
da yüzsüzlük yaparak tapulu bir ev istemiş. Kral bu cesur duruşa karşı şanına
yakışır bir şekilde ödüllendirmiş. Bedrettin’e evinin dağın tepesinde yapması
şartıyla gerekli parayı vermiş ve yollamış.
Bedrettin uzun
yıllardan sonra şehre gelmesi sebebi ile biraz gezmek istemiş ev için de
gerekli malzeme alma düşüncesiyle dolaşmaya çıkmış. Çarşı pazar dolaşırken tam
da kralı tahtan indirmek için toplanan kalabalığın ortasında kalmış. Kargaşa ve
isyanın göbeğinde elinde ki son parayı da yağmacı eşkıyaya kaptırmış üstüne de
sebepsiz bir güzel dayak yemiş.
Gözlerini
günler sonra büyük bir konakta açmış. Olan biteni anlayana kadar etrafında
kendisine hizmet eden cariyeleri görünce kısa sure cennette olduğunu sanmış,
taki ev sahibi karşısına dikilene kadar. Pala bıyıklı heybetli bir ev sahibi
isteyeceği son şey olurmuş. Aslında olay çok basitmiş, Bedrettin’in dayak
yediğinin gören ev sahibini ona acıyarak evine getirmiş, yaralarını iyileştirip
yollamakmış niyeti.
Kaç gündür o
konakta kaldığını bilmiyormuş, bir iki cariyeye sormuş fakat onlarda
konuşmuyorlarmış, hep susuyorlarmış. Yaraları yüzünden hala yürümekte
zorlanıyormuş, bu yüzden de cariyelerden biri sürekli yanında ona hizmet
etmekle görevliymiş. Bu ilgi ve alaka artık mahcubiyet doğurmuş, kendisine
yapılan bunca iyiliğe karşı bir şeyler yapma isteği uyanmış.
Günler sonra ayağa kalkıp gitme vakti
geldiğinde, ev sahibine bir teklifte bulunmuş. Bana yardım ettiniz benim de
size yardım etmeme izin verin demiş. Sahibi bakışlarına ve sözlerinde
samimiyete güvenip ona konağın iki ay süre ile alışveriş işleriyle uğraşması
karşılığında borcunu ödeyebileceğini söylemiş.
Şansızlığını
unutan Bedrettin, ilk günler işleri yolunda gitmiş. O sırada ev sahibinin kızı
Kayra’yı görmüş ve âşık olmuş. Yapılan iyiliğe ihanet etmemek için kendisine ve
gönlüne sahip olmuş. Ama günler bu şekilde geçmek bilmiyormuş, zaman uzadıkça
kendisine verdiği söze bağlılığı zayıflamaya başlamış.
Her şey o gün,
gitmesine bir gün kala, alışveriş listesini almak için ev sahibinin yanına
gittiğinde başlamış. Ev sahibi yerine kızı kayra hazırlamış listeyi. Bedrettin
listeyi almak için odaya girdiğinde kayranın güzelliğini karşısında konuşamaz
olmuş ve hemen oradan koşarak ayrılmış.
Kendini yollara, dağlara, çöllere vurmuş.
Arkasına bile bakmadan o kadar uzaklaşmış ki, geriye dönüp baktığında geçmişine
dair bir şey hatırlayamaz olmuş. Diyar diyar gezmiş, gittiği her yerde farklı
bir belaya maruz kalmış. Sonunda göç edecek hali kalmamış ve hasta olmuş. Beli
bükülmüş, sacları ağarmış, dişleri dökülmüş, gözleri görmez kulakları duymaz
olmuş. Geçen yılları sayacak kadar bile hafızası kalmamış. Yersiz yurtsuz,
vatansız ve yar ’sız kalmış. Ömrünün son yıllarını gurbet ellerde, haritada
yerinin bilmediği diyarda ölmeye yakınmış. Yemeden, içmeden düşünmekten
kesilmiş. Artık bir arzusu da yok imiş. Ölmek için bahane arar gibiymiş. Can
bedenden çıkmayınca ne yapsın Bedrettin! Vakit tam olmadan kimse bu diyardan
gidemezdi.
Zamanla yaşı
ve suskunluğu sebebiyle halk tarafından kutsallık tanınmış, ulvi bir zat olarak
görülmeye başlanmış. Etrafındakilerin ne dediğini duymadan konuşuyor,
eskilerden kıssalar adı altında yaşadıklarını hatırladığı kadarıyla anlatarak
şöhret kazanmış. Elinin öpenlerin şifa bulduğu haberiyle de ülke çapında
şöhreti zirve yapmış. Bu dedikodular ülkenin kralının kulağına kadar gitmiş,
yanına çağırmak istediyse de vezirleri bu durumun uygun olmayacağını halk
nezdinde iyi karşılanmayacağını söylediyse de kral inat etmiş ve huzuruna gelmesini
ferman buyurmuş. Bu karar Bedrettin efendiyi ve onu sevenlere ağır gelmiş ve
itiraz etmiş. Genel bir kural koymuşlar; efendi hazretleri kimsenin ayağına
gitmemeli kim görüşmek istiyorsa onun yanına gelmeli.
Öte yandan
kral emrine karşı çıkılmasına öfkelenmiş ve bunu sebep olanların şiddetle
cezalandırılmasını istemiş ve orduyu hazırlatmış. Bedrettin efendinin bulunduğu yere
yaklaştığından karşısında büyük bir kalabalığın onu korumak için beklediğini
gören komutan krala haber salmış. Kral daha da öfkelenmiş ve oranın yerle bir
edilmesini ve kimsenin oradan sağ çıkmamasını emretmiş. Kralın askerlerinin
bazıları Bedrettin efendiyi görerek saf değiştirmiş ve kralla çarpışmaya
başlamış. Dengelerin değişmesiyle kralın askerleri yenilmiş.
Kral ve ailesi ülke dışına gönderilmiş ve Tahta Bedrettin
efendiyi geçmiş. Bedrettin ilk iş ülke
yönetim sistemini değiştirmiş, demokrasi adını verdiği yönetim anlayışında
aklına geldiği şeylerin yapılması üzerine kurulunu sistemi yürürlüğe koymuş.
Diğer krallara da elçiler yollayarak bu sistemle
yönetilmelerini bildirmiş. Karşı çıkan krallıklara savaş açacağını
krallıklarını demokrasi kılıçlarıyla yıkacağını ferman buyurmuş.
Şansızlık
yakasına yapışmadan birkaç krallığı kendisine bağlamış, yönetim modeli tüm dünyada
yankı bulmuş. Ve kendisine karşı bir cephe oluşturulmuş.
Ülkesine büyük
bir orduyla geleceklerini duyunca sahte barış anlaşmaları yaparak zaman
kazanmış ve savaş hazırlıkları yapmış. Kendisine bağlı birliklerle ülkeyi
koruyacağını sanmış ama iç işlerinde çıkan özgürlükçü hareketler sonucu içten
bir bölünme yaşayan ülkesini görünce demokratik yönden ülkeyi terk etmenin
yolunu aramaya başlamış. Kendisine gizliden bağlı bir talebesini ülkesinin başına
getirmek için seçim adını verdiği bir uygulama ile halka kendi liderini
seçtiğini inandırmış.
Seçimin ardından
bir gece ansızın en yakınındaki adamları yardımıyla ülkeden gizlice ayrılmış.
Düşman kapıya dayanmış ve yeni bir yönetim anlayışı getirdiklerini slogan
edinmişler.
Bedrettin
Efendi, günlerce yollarda, mağaralarda, kuytuda, köşede, gizli saklı yaşayarak
ömrünü tüketmiş. Adamları onu bir mağaranın en dip kısmına gömüp mağaranın
girişini kapatmışlar. Ve kimse Bedrettin efendinin gömüldüğü yeri bilmeden
adına destanlar yazılmış.