12 Haziran 2017 Pazartesi

BAHTSIZ BEDRETTİN

 

Masal gibi günlerde kaldı hatıralar...
       
  



    Evveliyatında krallıkların padişahlarla komşu olduğu, ülkelerin birinde yalnız yaşantısı ile tanınan insan ilişkilerinde pek de baş arılı görülmeyen biri yaşarmış. Şansız ve kısmetsiz diye tam salmış olan Bedrettin, küçük yasta ailesini, kedisini, sınıf arkadaşının platonik aşkını, babasının karne hediyesi bisikletini, annesinin ördükten sonra kör olduğu kazağını, ahırdaki eşeğini, çantasındaki defterini kitabını, çok sevdiği kokulu silgisini kaybettiğinden beri insanlar tarafından uğursuzlukla itham edilmiş ve toplum dışına itilmiş. Ve yalnız yaşamaya mahkûm edilmiş.

 Babasından kalan tarlasını satıp önce başka diyarlara göçmek istemiş ama onu bile iyi bir fiyata satmak nasip olmamış Bedrettin’e, bölgenin kralı tarlasının üzerinden yol geçmesini ferman buyurmuş ve tarlayı elinden ucuza almış… Bedrettin elindeki son parayla dağ başında kendisine küçük bir kulübe yapmak bahçesinde de bir şeyler yetiştirmek istemiş… Aksilikler de peşinden dağ başına kadar gelmiş. İnşaat sırasında başına gelmeyen şey, sadece ölüm olmuş, oda bir ara görünür gibi olmuş ama!
  Bereketli topraklar üzerinde bulunan ülke, Bedrettin’in inşaatı bitirip bahçesine bir şeyler ekmeye başladıktan sonra kurak bir ülke olmaya başlamış. Tam evine yerleşip huzuru bulduğunu sandığı sırada, bir gece ansızın kralın adamları gelmiş ve Bedrettin’i alıp sarayın zindanına atmışlar. Evini de izinsiz yaptığı gerekçesiyle de yıkmışlar, kurumuş bahçesine de yapacak bir şey de yokmuş zaten…
   Mahkeme kurulamamış, sürekli çıkan aksilikler yüzünden Bedrettin bir turlu yargılanamıyormuş ve bu durum kralın sol kulağına kadar fısıldanmış. Ve kral, Bedrettin’i huzuruna çağırtmış.  Huzura gelene kadar sarayda aksiliklerin artması kimsenin dikkatini çekmemiş. Bedrettin’in sıradan görünüşü altında bir bahtsızlık yatıyormuş.  Kralın huzurunda gelip derdini anlatmış ve bağışlanma talep etmiş biraz da yüzsüzlük yaparak tapulu bir ev istemiş. Kral bu cesur duruşa karşı şanına yakışır bir şekilde ödüllendirmiş. Bedrettin’e evinin dağın tepesinde yapması şartıyla gerekli parayı vermiş ve yollamış.

  Bedrettin uzun yıllardan sonra şehre gelmesi sebebi ile biraz gezmek istemiş ev için de gerekli malzeme alma düşüncesiyle dolaşmaya çıkmış. Çarşı pazar dolaşırken tam da kralı tahtan indirmek için toplanan kalabalığın ortasında kalmış. Kargaşa ve isyanın göbeğinde elinde ki son parayı da yağmacı eşkıyaya kaptırmış üstüne de sebepsiz bir güzel dayak yemiş.
    Gözlerini günler sonra büyük bir konakta açmış. Olan biteni anlayana kadar etrafında kendisine hizmet eden cariyeleri görünce kısa sure cennette olduğunu sanmış, taki ev sahibi karşısına dikilene kadar. Pala bıyıklı heybetli bir ev sahibi isteyeceği son şey olurmuş. Aslında olay çok basitmiş, Bedrettin’in dayak yediğinin gören ev sahibini ona acıyarak evine getirmiş, yaralarını iyileştirip yollamakmış niyeti.
 Kaç gündür o konakta kaldığını bilmiyormuş, bir iki cariyeye sormuş fakat onlarda konuşmuyorlarmış, hep susuyorlarmış. Yaraları yüzünden hala yürümekte zorlanıyormuş, bu yüzden de cariyelerden biri sürekli yanında ona hizmet etmekle görevliymiş. Bu ilgi ve alaka artık mahcubiyet doğurmuş, kendisine yapılan bunca iyiliğe karşı bir şeyler yapma isteği uyanmış.
  Günler sonra ayağa kalkıp gitme vakti geldiğinde, ev sahibine bir teklifte bulunmuş. Bana yardım ettiniz benim de size yardım etmeme izin verin demiş. Sahibi bakışlarına ve sözlerinde samimiyete güvenip ona konağın iki ay süre ile alışveriş işleriyle uğraşması karşılığında borcunu ödeyebileceğini söylemiş.

    Şansızlığını unutan Bedrettin, ilk günler işleri yolunda gitmiş. O sırada ev sahibinin kızı Kayra’yı görmüş ve âşık olmuş. Yapılan iyiliğe ihanet etmemek için kendisine ve gönlüne sahip olmuş. Ama günler bu şekilde geçmek bilmiyormuş, zaman uzadıkça kendisine verdiği söze bağlılığı zayıflamaya başlamış.

    Her şey o gün, gitmesine bir gün kala, alışveriş listesini almak için ev sahibinin yanına gittiğinde başlamış. Ev sahibi yerine kızı kayra hazırlamış listeyi. Bedrettin listeyi almak için odaya girdiğinde kayranın güzelliğini karşısında konuşamaz olmuş ve hemen oradan koşarak ayrılmış.
     Kendini yollara, dağlara, çöllere vurmuş. Arkasına bile bakmadan o kadar uzaklaşmış ki, geriye dönüp baktığında geçmişine dair bir şey hatırlayamaz olmuş. Diyar diyar gezmiş, gittiği her yerde farklı bir belaya maruz kalmış. Sonunda göç edecek hali kalmamış ve hasta olmuş. Beli bükülmüş, sacları ağarmış, dişleri dökülmüş, gözleri görmez kulakları duymaz olmuş. Geçen yılları sayacak kadar bile hafızası kalmamış. Yersiz yurtsuz, vatansız ve yar ’sız kalmış. Ömrünün son yıllarını gurbet ellerde, haritada yerinin bilmediği diyarda ölmeye yakınmış. Yemeden, içmeden düşünmekten kesilmiş. Artık bir arzusu da yok imiş. Ölmek için bahane arar gibiymiş. Can bedenden çıkmayınca ne yapsın Bedrettin! Vakit tam olmadan kimse bu diyardan gidemezdi.

     Zamanla yaşı ve suskunluğu sebebiyle halk tarafından kutsallık tanınmış, ulvi bir zat olarak görülmeye başlanmış. Etrafındakilerin ne dediğini duymadan konuşuyor, eskilerden kıssalar adı altında yaşadıklarını hatırladığı kadarıyla anlatarak şöhret kazanmış. Elinin öpenlerin şifa bulduğu haberiyle de ülke çapında şöhreti zirve yapmış. Bu dedikodular ülkenin kralının kulağına kadar gitmiş, yanına çağırmak istediyse de vezirleri bu durumun uygun olmayacağını halk nezdinde iyi karşılanmayacağını söylediyse de kral inat etmiş ve huzuruna gelmesini ferman buyurmuş. Bu karar Bedrettin efendiyi ve onu sevenlere ağır gelmiş ve itiraz etmiş. Genel bir kural koymuşlar; efendi hazretleri kimsenin ayağına gitmemeli kim görüşmek istiyorsa onun yanına gelmeli.
     Öte yandan kral emrine karşı çıkılmasına öfkelenmiş ve bunu sebep olanların şiddetle cezalandırılmasını istemiş ve orduyu hazırlatmış.  Bedrettin efendinin bulunduğu yere yaklaştığından karşısında büyük bir kalabalığın onu korumak için beklediğini gören komutan krala haber salmış. Kral daha da öfkelenmiş ve oranın yerle bir edilmesini ve kimsenin oradan sağ çıkmamasını emretmiş. Kralın askerlerinin bazıları Bedrettin efendiyi görerek saf değiştirmiş ve kralla çarpışmaya başlamış. Dengelerin değişmesiyle kralın askerleri yenilmiş.
Kral ve ailesi ülke dışına gönderilmiş ve Tahta Bedrettin efendiyi geçmiş.  Bedrettin ilk iş ülke yönetim sistemini değiştirmiş, demokrasi adını verdiği yönetim anlayışında aklına geldiği şeylerin yapılması üzerine kurulunu sistemi yürürlüğe koymuş.
Diğer krallara da elçiler yollayarak bu sistemle yönetilmelerini bildirmiş. Karşı çıkan krallıklara savaş açacağını krallıklarını demokrasi kılıçlarıyla yıkacağını ferman buyurmuş.
  Şansızlık yakasına yapışmadan birkaç krallığı kendisine bağlamış, yönetim modeli tüm dünyada yankı bulmuş. Ve kendisine karşı bir cephe oluşturulmuş.
   Ülkesine büyük bir orduyla geleceklerini duyunca sahte barış anlaşmaları yaparak zaman kazanmış ve savaş hazırlıkları yapmış. Kendisine bağlı birliklerle ülkeyi koruyacağını sanmış ama iç işlerinde çıkan özgürlükçü hareketler sonucu içten bir bölünme yaşayan ülkesini görünce demokratik yönden ülkeyi terk etmenin yolunu aramaya başlamış. Kendisine gizliden bağlı bir talebesini ülkesinin başına getirmek için seçim adını verdiği bir uygulama ile halka kendi liderini seçtiğini inandırmış.
   Seçimin ardından bir gece ansızın en yakınındaki adamları yardımıyla ülkeden gizlice ayrılmış. Düşman kapıya dayanmış ve yeni bir yönetim anlayışı getirdiklerini slogan edinmişler.
   Bedrettin Efendi, günlerce yollarda, mağaralarda, kuytuda, köşede, gizli saklı yaşayarak ömrünü tüketmiş. Adamları onu bir mağaranın en dip kısmına gömüp mağaranın girişini kapatmışlar. Ve kimse Bedrettin efendinin gömüldüğü yeri bilmeden adına destanlar yazılmış.

-TÜL KEDİSİ-

ABSURD GENCİN AĞZINDAN: Yıl 1990 İstanbul’da, güzeller güzeli bir kız, fedakâr bir anne, cefakâr bir baba varmış. Anne ölünce bab...