19 Mayıs 2016 Perşembe

Mücella-1

 *Hareketli yaşamdan kopuk,sessiz,tembel yaşamın etrafında dönen dünyasındaki aşk hikayesi.acaba yaşadıklarının hangileri gerçek, hangileri hayal dünyasından !




Şarkılar söylemek istiyorum…

  Sabah uykuma doymadan uyanmak, yüzüme şeytani bir gülümseme kondurup tekrar yayıla yayıla uyumak istiyorum. Bir ara tek gözümü aralayıp, duvardaki saatten öğle olduğunun farkına varıp. ‘’ vay anasını ne uyumuşum’ demek istiyorum. Yatakta kısa mutluluk hayalleri kurup, yorganı ayak hareketleri ile yere sermeyi, üç beş mekik hareketiyle de zindeliğimi zirve yaptırmak istiyorum… Ve ben bunları yaşarken mutfaktan hazır kahvaltı kokusunun burnuma gelmesini istiyorum. son mekiğimle birlikte annemin ‘ kalk artık! Yeter uyuduğun’ demesinin aynı anda gerçekleşmesini ve bunun sonucunda ‘of anne, tamam kalkıyorum. Bir uyutmadınız’. ( anneye of yok) demeyi istiyorum…

   Paytak paytak lavabo yolunda sendelemeyi, aynaya bakıp yüzümün coğrafi keşfini yapmayı, bu arada akan suyun israfını düşünmemeyi… Yüzüme değen suyun etkisini hissederken annemin ‘ çay hazır acele et, ben pazara gidiyorum kahvaltını yap sonra da masayı toparla, unutma bak gelince burayı düzenli göreceğim’ diyerek bana ültimatom vermesini istiyorum. Aynayla vedalaşmadan son kez yakışıklılığıma şahit olmak ve bunun için kendimi tebrik etmek istiyorum.

  Çayım tek şekerli, yumurtam çift sarılı olmalı, ekmeğimin yanında günlük gazetem, manşetinde mutluluğun resmi olmalı... Çayımı yudumlarken göz ucuyla manşetlere bakayım istiyorum…

  Masayı öylece bırakmak, anne azarını daha sonra yeme heyecanını yaşamak istiyorum… Bir tişört bir şort bide vazgeçilmezim parmak arası terliğim olsun… Sonra düşeyim yollara, başımda kavak yelleri essin, karnımda kelebekler kıpraşsın, o beni düşünsün ben onun düşlerini…

 ‘ Böğrüme öküz oturdu ‘ demeliyim, sebebini soranlara hırsızın hiç mi sucu yok hâkim bey diyeyim…sonra millet bana garip garip baksın, etrafımdan dağılsınlar bende yoluma gideyim...

  Evden çıkarken dilime bir şarkı dolansın, âmâ şarkıyı sevmeyeyim üstelik söyleyeni de bulamayayım buda beni sinir etsin…sakin çıktığım evden sinirli olarak sokaklarda söyleneyim..

  Ayaklarım beni O’nun semtine götürsün, ’ne ara geldin lan ben buraya ‘ diyeyim. Karşıda bir bakkal göreyim, selamsız sabahsız girilmez deyip bakkala dalayım, gözlerim bakkal amcayı arasın ama amca camiye gitmiş yerine çırak bakıyor olsun. Çırak bakkala göz kulak olsun ama kasada uyuyup kalmasın beni görünce ayağa kalksın. Bana saygıda kusur etmesin, bana değerli hissettirsin kendimi ..abi demesin, buyurun beyefendi desin. Güler yüzlü olsun, leb demeden bana oradan hemen biraz tuzlu çekirdek birde küçük su versin. Bahşiş vereceğim usulünce cebe indirsin, başını okşayıp adını sorayım. Kendinden emin şekilde adını söylesin sadece, hemen laubali olmasın… 

  Hayırlı işler deyip O’nun evinin karşısında bankta ( bank olsun ama ) oturup tuzlu çekirdeğin dudağımı çatlatmasını beklerken… O’nun güzel sokağını ve güzel evininde bahsedeyim. 

  Kime bahsedeyim… Bilmem fark etmez belki bir simitçiye belki de sokaktan geçen ‘eskiciiii geldi hanımmmmm’ diyen şu dayıya olabilir. Küçük suyum bankın üzerinde dursun ama düşmesin eğilip almak istemiyorum.

  Uzun uzun onu düşünmek, acaba şimdi evde mi ? Yoksa dışarıda başka gözlerin hapsinde mi ! Merak etmek istiyorum.

  

  Çekirdek keyfimi bir mendilci bir çocuk kessin, çocuğun azmine hayran olmak, onunla empati kurmak en sonunda da O'nun belki ilerde dökülecek göz yaşlarını kurutmak maksadıyla bir mendil alıp küçük suyumun yanına koymak istiyorum...

  Çocuk gitsin artık, O'nun hayali gelsin otursun yanıma... Küçük su şişemi sol elime alayım ki rahat otursun. Çekirdekte bitmek üzere zaten kabukları toparlayıp yanımdaki kovaya bırakayım.suyumdan bir yudum alayım o sırada hayaller gerçek olsun, O gelsin..... Sokağın başında görünsün yanında kardeşi, balkonda annesi olsun. Bana kaçamak bakışlarıyla baksın... Ahhh ! Tam o anda karnıma ağrılar girsin, nabzım hızlansın, tansiyonum zıplasın, şekerim düşsün... Banktan kalkmak istemiyorum,  hareket edip o bakışları kaçırmamalıyım, hemen girmesin annesi (müstakbel kaynana) iki ekmek, süt ve kabartma tozu istesin, aksama  tatlı var...

  Bu fırsatı kaçırmak istemem hemen ardından bakkala girmeliyim, çırak girdiğimi fark etmesin, sessizce bakliyat bölümünde pirinç ayıklamak istiyorum...
    O'nun kokusu gelsin burnuma, beni benden alsın sevda kuşunun kanatlarında buluştursun bizi... Anı çırağın "buyur mücella abla hepsi hazır" demesi bozsun...

    Bakkaldan çıkışı bir son olmasın, en güzel ayrılmış bakışlarıyla baksın ama dudaklar hoşçakal demesin... Aramızda veda sözcükleri olmasın.

   Kokusunu bırakıp eve dönmeli, hemen odasına çıkmalı, beyaz tulün arkasında gözleri beni aramalı... Bakkaldan aldığım son çikolatayı yerken göz göze gelmeliyiz...

 Öhö...Öhö...çikolata boğazımda kalır gibi olsun, ama kalmasına  camide dönüşü halimi gören bakkal amcanın iri ve nasirli elleri mani olsun...
  Şiddetli bir korna sesi kendime getirsin,  o an fark edeyim yolun ortasında niye çikolata yediğimi...Aşk sarhoş etsin ama yürüyüşüm değişmesin..
  
Gözüm tekrar perde arkasındaki gözleri arasın ama bulamasın o an yine karnıma bir sızı girsin, iki büklüm yine o banka  oturayım. Aklıma küçük suyum gelsin, alıp hepsini bir dikişte içeyim. Ciğerim yanmış ne yapayım...
Boynu bukuk evin yolunu tutmalıyım, hava karardı terlik ve şort üşütmeye başladı...vay Arkadaş baya üşümeye başlıyorum ve bir de ıslanmaya başlıyorum etrafa bakıyorum her yer kuru ama benim kafamdan aşağıya sular akıyor...

  Ve bir ses " Hadi kalk ! Yeter uyuduğun öğle oldu. Ben pazara gidiyorum, kahvaltı hazır, sonra etrafı toparla tamam mi?".

  Gözlerimi ıslak ıslak açmaya çalışıyorum karşımda annem ve elinde kocaman bos bir sürahi !


Bir varoluş trajedisi olan Oblomovluk, bilinçli bir tembellik/atalet halidir. Bir uyuşukluk değil, aksine fazla uyanıklık, her şeyin farkında olma, bir adım ötesini görme halidir. Ancak tüm bu farkındalık dolayısıyla sonunu gördüğü yolda ilerlemek istememenin getirdiği bir tükenmişlik ve kendini gerçekleştirememedir. Sosyal yaşamdan kopuş, topluma uyum sağlayamama, bilinçli bir vazgeçiştir. Handiyse ölüme eş bir uyuşukluk hali; bir başka deyişle yaşarken ölmektir.''


                                                                                                                                                    Mucella-2


14 Mayıs 2016 Cumartesi

Kırmızı Başlıklı Aptal Kız (+13)






Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal pireler berber iken ben bağda üzüm bekler, derede odun yükler iken....

  Bir zamanlar küçük tepelerin, geniş vadilerin bittiği , malikanelerin, şatoların, kralların başladığı bir yakası şehir diğer yakası ıssız ormanlık olan bir kasabada küçük aptal bir kız varmış, Bu küçük aptal hep kırmızı başlıklı bir pelerin giyermiş.  Ailesi ne kadar uğraştıysa da o başlıktan kızlarını vazgeçirememişler... Herkes ona bu yüzden kırmızı başlıklı aptal kız dermiş. Ergenlik çağına gelip, söz dinlemez hale de gelince, kara yollarından emekli babası onu yurt dışına yatılı okula yollamaya karar verir. Kayıt işlemleri tamamlanıp yolculuğa çıkacağı güne kadar teyze, hala, dayı, kuzen demeden vedalaşmaya gider.

Bir gün -" Biraz anneanneme de gideyim bir elini öpeyim onunla da vedalaşayım ne dersin? Anne. hem çiçek de toplayayım çok sevinir. " demiş mi? …dememiş tabi ki de...amacı gidip harçlık koparmakmış.
  Evden çıkıp, önce 23-a ile sahile inmiş. Sevgiliyle buluşmuş onu terk etmiş,  kısa bir deniz havası aldıktan sonra vapurla karsıya geçip oradan da metroyla ninesinin ıssız ormandaki şekerden yapılı kulübesinin yoluna varmış. Yol kenarındaki çiçeklerin üzerinde hunharca yuvarlanıp tepinmiş, çiçekleri mahvetmiş kahpe... Kırmızı başlıklı kız çiçekleri mahvederken yoldan saptığının bile farkına varmamış. O sırada çalıların arkasında bir ses duymuş. Önüne frank takim elbisesi ve elin de şık bir bastonu olan asil bir kurt cıkmış. Kırmızı başlıklı kız çok heyecanlanmış, bu yakışıklı kurda gönlü kaymış elindeki sepeti yere düşürmüş. Kurt hemen sepetten dökülen kurabiyeleri toplayıp üç beşini cebe indirip geri kalanını kırmızı başlıklı kıza vermiş. Kurt;

- Nereye gidiyorsun? Küçük kız "
-"Nineme gidiyorum çok hasta, Ormanın sonundaki sarı evde oturuyor. Buyurmaz mısınız size bir kahve ikram edelim, bizim ihtiyarda sizi gördüğüne sevinecektir. Bu arada ismim yasemin, bana herkes kırmızı başlıklı kız der sizde öyle diyebilirsiniz. Kurt:
- Tanışğımıza memnun oldum, bende buradaki bütün arazilerin sahibi olan kralın oğluyum, bana prens Alâaddin diyebilirsin. Benim küçük bir arazi işim var dönüşte birer kahve yudumlayalım. Bu arada sende üzerine rahat bir şeyler almalısın, bak ormanın sonunda küçük bir butik açılmış." demiş.Bu sırada kurt şoförü çağırıp oradan aracıyla ayrılmış. Kırmızı başlıklı kız kaybolduğunu anlayıp küfürle karışık ağlamaya başlamış. Orman bekçisi kırmızı başlıklı kızın sesini duyup yanına gelmiş.
-"Burada tek başına ne yapıyorsun. Seni küçük aptal burası çok tehlikeli bilmiyor musun? Neyse Senle uğraşamam şimdi, hadi evine naş...

Kırmızı başlıklı kız annesinin sözünü dinlemeyip tavşan ormanında kaybolduğunu söylemiş sadece,kurtla karşılaşğını söyleyememiş.
-"Ormanın sonunda oturan hasta nineme fındıklı kurabiye götürüyordum. Kayboldum."
-"Seni anneannene bırakıyım o zaman demiş. Bekçi.
Bu arada kurt kestirme yoldan anneannenin evine gelip kapıya dayanmış. Anneanne:
-"Kim var orada defolun, yalnız bırakın beni..daha yeni ödedim faturaları..
Kurt sesini romantikleştirip:
-"Efendim benim prens Alâeddin,  kırmızı başlıklı torununa sürpriz evlilik teklifi yapacağım. Simdi bana yardımcı ol ve kalk o yataktan.
Bekçi ve bizim aptal kız gelir kapıya...
-"Kapı açık güzel kızım içeri girebilirsin.
Kırmızı başlıklı kız içeriden gelen sesin anneannesinin sesine hiç benzemediğini fark eder, ninesi bu kadar kibar olamaz ama hasta olduğu için sesinin böyle çıkabileceğini düşünüp kapıdan içeri girmiş. Kurt anneannenin geceliğini giyip başğını ve gözlüklerini takmış yatakta yatıyormuş. İçerisi karanlık ve romantik olsun, kırmızı başlıklı kız kendisini tanımasın diye bütün perdeleri kapatmış. Kurt:

  Buralara kadar gelip bana yiyecek getirdiğin için teşekkür ederim. Yaklaş da seni seveyim." demiş. Kırmızı başlıklı kız sepeti kenara bırakmış ama yatağa fazla yaklaşmamış. Çünkü anneannesi yine altına kaçırmış oda leş gibi kokuyormuş
-"Sen altına niye bu kadar çok kaçırıyorsun anneanne" ?
-" sen daha çok temizle diye,
-" Yaa bırak nine banane kalk temizle... Onu bunu bırak da masada neden bu kadar evrak var?
-"Sana daha iyi bir gelecek bırakmak için bu evi senin üzerine yaptım, o anan olacak kadın ile hayırsız babana bir şey yok..
-" Yaaaa nine sen var ya sen adamsın.! Gözlerin ne kadar güzel bugün.
-"Seni daha iyi görebilmek için, gecen gün göz altı torbalarımı aldırdım, nasıl yakışş mı? Haftaya yada botoksum var. Gel birlikte gidelim...sana botoks ısmarlayayım ne dersin.?
-"Dişlerini de yaptırmışın anneanne? Nereden geliyor bu değirmenin suyu hayırdır. Ne ayaksın sen..
Kurt "Seni daha çok sevebilmek için" demiş ve yataktan fırlayıp kırmızı başlıklı kızın karşısında diz çöküp evlenme teklif etmiş.  Kırmızı başlıklı kız o anda onun yolda karşılaşğı kurt olduğunu anlayıp sevinç çığlıkları atmaya başlamış.
-"İmdaaaat yardım edin. Bu çılgın aşığın teklifine evet dememek için kendimi zor tutuyorum. " demiş. Bekçi kırmızı başlıklı kızın bağırmalarını duyup hemen eve koşmuş ve kapıdan içeri girerek kurdu tebrik etmiş.

-"Sonunda aradığınız mutluluğu yakaladınız." . Kırmızı başlıklı kız bekçiye teşekkür etmiş. Bekçi:

-"Bir şey değil ama sakın nişanlının sözünden dışarı çıkma" demiş. Anneanne saklandığı yerden çıkıp torununu tebrik etmiş, kırmızı başlıklı kızın getirdiği kurabiyeleri yemiş. Şifalı bitkileri kaynatıp suyunu içmiş ve hemen iyileşmiş. Kırmızı başlıklı kız okulu bırakmış açıktan okumuş... Kısa sure içinde de prens Alâeddin 40 gün 40 gece düğün yapmış uzun garip bir hayatları olmuş.

-TÜL KEDİSİ-

ABSURD GENCİN AĞZINDAN: Yıl 1990 İstanbul’da, güzeller güzeli bir kız, fedakâr bir anne, cefakâr bir baba varmış. Anne ölünce bab...