30 Kasım 2012 Cuma

MÜJGAN İLE RIZA-3




Gece saat 2.30 suları:

Hava ayaz, bebelerin, mahalledeki serseri gençlerin birbirlerine atarlayıp kavga etmelerin, kadınların aşağıdaki mahalledeki Hatice ile kazımın evlilikleri hakkında yaptığı dedikodu seslerinin olmadığı en sessiz ve ıssızında bi gece işte anlayın…
Rıza yatakta dikmiş kafasını tavana boş boş bakıyor ayağını da uzatmış duvara içinde şu ana kadar hiç yaşamadığını düşündüğü bir duygu hissediyor… İçinden sanki sıcacık bir şeyler akıyor gibi kendini mecnun gibi hissediyor... ' La arkadaş mecnunun işini ne zormuş sen git çölde safari yap olacak iş değil' gibisinden saçma sapan aptal saptal şeylerde düşünmüyor değil… Sonra bir durgunluk çöküyor üzerine aklına o gözler geliyor evet müjganın gözleri… Ve o gözlerin efsuni etkisinde uykuya kendini bırakıyor...

Günün Ertesi Sabah Suları…

Kahveye doğru yola çıkarken bulutların yoğunlaşmış bir halde olduğunu ve yağmurun yağacağını düşünüyor... ‘'tam da günüydü'’ diyor. Ağır adımlarla yol alırken alt sokaktaki keşgülcü nimet ablanın dükkânından bir kadın ve bir erkek çıka durur… O da neydi hayır olamaz bu müjgan ve yanında bir erkek... Güle oynaya yürüyorlardı. Rıza içten içe kıskançlık ateşinin dumanından etkileniyor ve 'nasıl yapar bunu hem de benim mahallemde diye sesli düşünüyor sonra ‘'beni ne ilgilendirir amannn gibisinden kendini avutmaya çalışıyor. Ayağındaki kaygan sivri burunlu ve biraz eskimiş olucak ki bir taşa çarpar ve yerlerinde ıslanmış olmasının tesiri ile bir top misali yuvarlanıyor, yuvarlana yuvarlana tam müjganın adım atacağı yerde duruyor... Hiçbir şey olmamıştı Rızanın iri ve kaslı cüssesi onu yıkmazdı ve hemen karizmayı bozmamaya çalışarak ayağa kalkıyor... Müjgan’la göz göze burun buruna geliyor...

— Aaa noldu?
— Hiç ya Çocuklar muz yemişte, kabuğuna bastım sanırım
—Muz kabuğu çok faydalıdır aslında galiba, bir güzellik dergisinde okumuştum.
— Ne alaka yavv
— Siz muz kabuğu dediniz ya ordan şey ettim.
— Hmm… Neyse neyse
— Bir yerinizde bir ağrı varsa o muz kabuğunu alın kaynatıp pamuğa suyunu bandırın aslında peçete de olur sürün iyi gelir.

Rıza içinden ‘‘Lan bu kız benle alay mı ediyor, mahallenin reisi Rızaya yapılmaz bu’’ diyor.
— Yok, ben kolay acı çekmem yıkılmammm.
— Siz yıkılmam deyince aklıma bir şarkı sözü geldi, bi alışveriş mağazasında çalıyordu. Yıkılmadım ayaktayım dertlerimle baş başayım...

    Rıza iyiden iyiye şaşırmaktaydı bu kızda bir tuhaflık vardı. Ama o marmarabirlik zeytin gözlerine bakınca unutuveriyordu her şeyi... Bu yanındaki çocuk kimdi; gözlüklü, saçlarını bir kutu jöleyle geriye doğru jölelemiş, gömleği boğaza kadar düğmeli. 'bizim mahallede tipine az rastlanır tiplerden' dedi Rıza. Çocuğu iyice inceledikten sonra oradan ayrıldı. Üstüde hep çamur olmuştu, üzerine o rezil haline bakarak '’ lan şu hale bak kahvedekiler görmesin itibarımız bozulacak sonra’’ diyebiliyordu…

Üzerini değiştirip tekrar kahve yolunu aşındıran rıza samimi arkadaşı çift pide kâmil ile birlikte 2 demli çayın belini kırıyorlardı, kâmilin rıza söylemek istediği fakat nasıl dile dökeceğini bilememesi münasebetiyle sıkıntı bastığı ince belli çay bardağını tutuş ve kavrayış biçiminden fark ediliyordu tabiri caiz ise… Rızanın keyfi kaçmıştı derin düşünceler içerisinde ne yapacağını bilememenin verdiği ızdırabın üzerine bıraktığı bunalımal etkinin ağırlığı altında eziliyordu… Gözleri yadigâr ustanın demli çayına attığı 2 kaşık şekeri karıştırdığı sırada oluşan kısa dalgalar arsında kayboluyordu... Çift pide kâmil tereddüt dehlizinden tırmanırcasına konuşmaya girişir…

— Kirve…
— Söyle hafız…
— Sana diyeceğim mühim malumatlarım edindim…
— Hayırlara gelsin, ne ola ki de bakam…
— Bak hacı! Bunu nasıl söyleyeceğimi bilememenin ızdırabı içerisinde olduğumu bilmeni isterim öncelikle…
— La oğlum kâmil sana ne oldu? Sen bu kadar uzun cümle kuramazdın, sen geceleri ne izliyorsun?
— Doğru dersin teyzemin evladı… Bende bilmezüm ne olmuş ola ki? Neyse binanaleyh diyeceğim o ki senin manita müjganı iki cadde ötedeki kasabın yanındaki sokakta bulunan kaçakçı nazımın zücaciye dükkânının sahibi olan poşetçi hayrinin oğluna verecekler yönünde duyumlar aldım…
— Olamaz hayır… Neler söyler senin ağzın kâmil… Hayır… Hayır... Kamil bunların birer yalandan ibaret olduğunu söyle bana kuzum… Bunlar ne demek oluyor müjgan, bunu bana nasıl yaparsın… Kısa mesafe paslaşmaları misali bakışmalarımız yalan mıydı? Birlikte çay içtiğimizi hayal ettiğimdeki o anda çayı yudumlarken ki bakışın yalan mıydı?
— Heyyy ! Dostum sakin ol… Sana kız mı yok, müjgan gider Mürüvvet gelir, Neriman gider, Hayriye gelir, sıdıka gider, alt mahalledeki Şükriye gelir, kasabın kızı fikriye gider…
— Evet, bende fark ettim o iyi gider!
— Yani yani takma kafaya boşverrrrrrrrr
— Boş mu verim hayır… Neler söylersin sen kulakların işitir mi bu deyişlerini kâmil?
— Bak yeğen… Atan ne derdi hep:

Veren eli herkes öper,
Güvenme dayına ekmek al yanına,
Giden gelse dedem gelirdi…
— !!!!
— Bu anlamsız bakışların, anlamakla anlamazlık arasında gidip gelmişliğini anlatan anlatımdaydı…
— Ben artık buralarda duramam kâmil…
Artık demir alma vakti geldi bu kahveden,
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne kol…
— Bu fikriyatına bende gönülden ve cüzdandan destek oluyorum hacı, al sana uçak bileti al sana kent kart, daha bitmedi al sana bavul içinde eşyalarınla birlikte, buraya gelmeden önce evinizden aldım… Dur daha bitmedi uçağın birazdan kalkacak o yüzden paraya kıydım ve taksi çağırdım birazdan burada olur…
— Kamil, beni duygulandırdın ne diyeceğimi bilemiyorum şimdi tıkandım…
— Bunu da tahmin ederek sana birde soda açtırmıştım… Yadigâr usta getir şu sodayı rızaya… Vedalaşma derdinden de kurtarıyorum seni hacı, senin adınla annene babana durumu izah eden kısa bir veda mektubu, müjgan için hayırlı olsun babında bir kısa mektup, işlerin düzenli kontrolü içinde bana vekâlet verdiğine dair bilgilendirme yazısı hazırladım… Senin için rahat etsin, git gez kafa dağıt, seni orda bir arkadaş karşılayacak ve hayatına farklı bir boyut kazandıracak sana seni ve müjganı unutturacak… Hadi bakalım kalk artık taksi geldi geç kalma uçağa… Buraya çok farklı biri olarak gel teyzemin evladı…
— HOŞÇAKAL MÜJGAN... HOŞÇAKALIN MÜJGAN KOKAN SOKAKLAR...



UÇAK-1600 FİT

Ardında bir sevda bırakıp gidiyordu rıza, içine gömmüştü özlemini sedasını, hasretini… Adını anıyordu binlerce fit yükseklikte, en yüksek tepelerinde üstünden, bulutların hava kirliliğinden ve kötülüklerden kirlenmemiş yüzünü görüyordu. 
Aşk, sevda, hasret ve ümit rızanın daha önce kapısını uğramamış duygulardı, o yalnızlığı mesken tutan, öfkeyle beslenen, intikam ile susuzluğunu giderendi…
Rıza kendinden kaçıyordu, sevmek sevginin peşinden gitmek ona göre değildi… Şu anda bulutların üzerindeydi fakat mecazi anlamda değil bu sefer gerçek anlamda bulutların üzerindeydi, mutluluktan değil kaçarcasına uzaklaştığı uzaklaşırken de bindiği uçaktan dolayıydı…
  Kıvrımlı dağların beyaz bulutların semayı kaplaması sonucu görünmediği puslu, sisli bir çıkmıştı… Dalgındı, şaşkındı, düşünceliydi, yer yer öfkeyle karışık kendine kızdığı da oluyordu… İçindeki sese kulak veriyor nerde hata yaptığını düşünüyordu, bu yaşına kadar çok hata yapmıştı acaba hangisinden dolayı bunlar başına geliyordu… İlkokulda haraca bağladığı çocuklar yüzünden miydi acaba? Yoksa askerde nöbette uyuduğu için mi? Ara sıra ehliyetsiz araba kullandığı içinde olabilirdi…
Bu tarz düşüncelerden arındıktan sonra uçakta etrafı gözlemlemeye başladı, bir dedektif edasıyla ayrıntılara indirgemişti bakışlarını… Kontroller için koridorlarda dolaşan hostesler dikkatini çekti önce 4 hostes vardı, bunların % 25 erkek kalanın % 66,6 bayandı, bayanlarında %50 sarışında… Bu oranlar rızanın dikkatine takılmıştı, zihninde sorular dolanmaya başlamıştı…
Koltuk sayısı 192 idi fakat buna karşılık sadece 6 çıkış kapısı vardı, buda demek oluyor ki her kapıya 32 kişi düşüyordu… Acil bir durumda tüm yolcuların çıkması birçok faktöre bağlıydı bunlardan bazıları, yolcuların yaş ortalamalarına, çıkış kapısının önündeki kişinin ne kadar atletik olduğuna, bunun yanında kilo ortalamasında pek mühim bir etkendi yaşlı ve kilolu bir teyzenin uçağı terk etme hızı korkulacak ve uçakta infial uyandıracak bir sınırda olduğunu unutmamak gerekmekteydi…

Rıza kafasını bunlarla meşgul etmeye başladı bir zamanda 28A da oturan bayanın çocuğu kuyruğuna basılmış kedi yavrusu misali bağırmaya başlamıştı… Bir anda tüm dikkatleri üzerinde çekmişti, rızanın hayatta nefret ettiği 3 şeyden biri olan çocuk ağlaması, sinir sistemini harekete geçirmişti beyne giden öfke sinyallerindeki ani artış sebebiyle vücut ısısı artmaya başlamıştı, kanın içindeki glikoz miktarının mili litredeki hacimsel oranı tehlike sınırını teğet geçiyordu… Kendinden beklenmedik bir tavır sergileyen rıza derin bir Ya Sabır çekerek sakinleşmeye yoluna gitti… İçinden kısa bir serzenişte bulunarak etrafı gözlemlemeye başladı ve farklı bir şey yaparak yolcuların hayatlarını yaşantılarını tahmin etmeye başladı… İlk önce çocuğu ağlayan aileden baktı… Çocuk açlıktan ağlıyor olabilirdi, babası uçağa geç kalmamak için acele ettirmiş bu yüzden de çocuk aç kalmış olabilirdi, ya da babası çok cimriydi havalanın girişindeki simitçi çocuktan tek simit alıp onu da üçe bölmüş olabilirdi bu yüzden de açlıktan ağlıyor düşüncesi ağırlık kazanıyordu… Baba ya çok cimriydi ya da çok fakirdi, üzerindeki kıyafetlere baktı çaktırmadan aman tanrım oda ne! Hepsi marka lüks şık parçalardı… İlk denemesi mantıklı olmamıştı etrafa bakınmaya devam etti…
* Sarışın, 3 yaşında kızı olan bir bayana gözü çarptı…4 yıl öncesine kadar hostes olmak istiyordu, sınavlara girdi ama kazanamadı, gelecek yıl dershaneye gitti tekrar girdi ama yine kazanamadı… Hedeflerinden vazgeçti evde oturdu, evlenme programında kısmetini aradı, evi arabası çocuğu olmayan 28–35 yaş arasında güvenebileceği pilot olan birini istedi ve onu da buldu… Yıldırım nikâhıyla evlendi evliliğin ilk meyvesini bir yıl sonra aldı, ikinci meyvesini de 4 yıl sonra aldı… İlki kucağındaydı ikincisi de her ay banka hesabında oluyordu… Şiddetli geçimsizlik hastalığına yakalanmıştı ve artık yalnız bir bekârdı şimdi ise tatil için anasının evine İzmir’e gidiyordu…

Rızanın bu tahmini mantık çerçevesinde tahayyül edildiğinde hiçte yok artık dedirtmeyecek bir performanstaydı…
* Hemen önündeki çifte kaydı müjganı görmek isteyen gözleri ve hayatları hayal etmeye başladı…

5–6 yıl olmuştu evleneli üniversitenin bahar şenliklerini protesto ederken tanışmışlardı, kız İzmirli oğlan Hatay 4 yolluydu, kız fabrikatör kemalin kızıydı ve haliyle para ve rahatlığın gözüne gözüne vuruyordu… Oğlan emekli öğretmen muhlis hocanın fakir açlıktan ağzı kokan oğluydu… Aşk tesadüflerin kurbanıydı işte kim inanırdı ki fabrikatör kızının 2+1 gecekondu eve gelin gideceğine… Yeşilçam klasiklerinden arınmış olan kemal bey kızını sevdiğine vermişti bununla da yetinmemiş damadına fabrikasında müdürlük vermek üzerine yanına çağırıyordu…
Rızanın hayalleri doğru denecek kadar yanlış olabilir miydi?Tahminlerini bir kenara bırakıp arkasına yaslandı, kemerini düzeltip ceketini toparladı ve gözlerini yumdu…

-TÜL KEDİSİ-

ABSURD GENCİN AĞZINDAN: Yıl 1990 İstanbul’da, güzeller güzeli bir kız, fedakâr bir anne, cefakâr bir baba varmış. Anne ölünce bab...