19 Haziran 2016 Pazar

Mücella-3





  Davulun sesi uzaktan hoş gelir derler yaa… Onu diyen atamın gözünden öpmek istiyorum. Her yerinden öpmek istiyorum… Bu sözüyle resmen doksana çakmış. Gecenin ikinci çeyreğinde gök kubbe ramazanın demirbaşı, olmazsa olmazı davulun sesiyle dolmaya başladığında, göz kapaklarım yer çekimine meydan okumaya çalışıyordu. . Davulun sesine, güldürdüğü yetmiyormuş gibi bir de düşündüren maniler eşlik ediyordu… Davulcu amcanın kendi repertuvarından seçtiği manilere mahalle sakinleri olumlu yaklaşmış bu başarısını bayramda ödüllendirmeyi düşünüyorlardı. 
 Tüm gözler benim yatağımın üzerindeydi. Annem odamın kapına sırtını vermiş, elinde büyükçe bir sürahi… Dışının nemlenmiş...soğuk soğuk buraya kadar gelmesi ... Bir an içim ürperdi, bir annemin elindeki sürahiye bir de yüzündeki anne bakışına bakıp yataktan bir an önce çıkmam gerektiğine karar verdim... Buradan beni yataktan çıkmama vesile olan anneme ve elindeki o soğuk su dolu sürahiye teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum…
                                   
  Şu sahur olayına bir turlu uyum sağlayamadım,kendime gelmem için yüzümü yıkamam gerek ama yıkarsam da uykum kaçıyor. Bu ikilem arasında gidip gelirken annemin terliğini ensemde hissettim...hemen ardından da o anaç bakışını Lavabonun aynasından görmemle birlikte  kendimi yemek masasında çatalla zeytin kovalarken buluyorum..Biraz peynir, 20-30 zeytin, biraz şu recelden, az ekmek arası kaşar, birazcık da şu baldan, bir iki haşlanmış yumurta da yedikten sonra kendimi yeniden hala sıcacık olan yatağımın yumuşak merhametinde buluyorum... Tam kendimden geçecekken  en önemli şeyi, su içmediğimi hatırlıyorum... kendimi mutfakta dolabın kapagina  dayanmış su şisesini kafama dikerken buluyorum. Derin bir oh çekip dolabın kapağını kapatmamla annemin terliğinin yüzüme doğru hızla geldiğini görmem bir oldu. Hizli refleksimin sahurda da işe yaraması beni buyuk travmadan kurtardı diyebilirim...

  Vakit öğle... iftara 8 kocaman saat var...

Sıcak yatağım bile artık beni istemiyordu,bugün mücella için ne yapmalı diye düşünürken koridordan odama doğru annemin ayak sesleri gelmeye başlarken,  aklımdan mücellanın gamzeli gülümsemesi geçiyordu...ne kadar da güzel gülüyordu.

 Onu düşünürken  suratımda aptal bir gülümse oluştuğunu odamdaki aynada kendimi görünce fark ettim...annemin bir elinde uzunca bir liste diğer elinde benim hemen harekete geçmemi sağlayacak olan anne terliği...annem için üzülüyorum bazen, yazık kadına benim yüzümden bütün gün tek ayağı terliksiz geziyor. Hasta olursa vicdan azabı çekerim, bu is böyle sürmez, ona özel dayak terlik tedarik etmem  gerek...

   Listeyi görünce yine başım belada diye düşünüyordum, liste demek  aksama kadar alışveriş, ağır poşetler, sırt ağrısı ve kurumuş dudaklar demekti...ah o terlik olmasa belki biraz listede indirime gidebilirdik... Bu sefer liste iftara misafir geleceği icinmis, sürpriz misafirlerimizi duyunca bayılacak gibi oldum, heyecandan mutluluktan annemin terliğine bile sarılmışım...kendime gelmeme annem yardımcı oldu sağ olsun...güzel misafirlerimiz mucellanin ailesiymis, annem mucellayi bilmiyor bende annemin onun annesini nereden tanidigini bilmiyorum...konumuz bu değil zaten, mücellayı bu kadar yakından görmek görmelerin en güzeli olacak...

İftara 7 saat...

   Heyecanla listede yazılanların en iyisini almak icin cevre mahallelerdeki manavlara, bakkallara ve AVM lere uğradım...domatesin hormonsuzundan, biberin acısiz olanindan, etin yağsız kısmından, yoğurdun kaymaklı doğal olanından aldım...tatlısini, böreğini, Çöreği, meyvenin en son modelini...listenin en sonunda ki pideyi de iftara yakın alayım da sıcak sıcak yesin mucellam dedim.  ( ağzıma da ne güzel yakıştı)... Bu sefer ne ayagim nede sırtım agridi Ama dilim damagima yapısti.

İftara 4 saat...

Yemekler hazırlanıyor...ben mucellanin yolunu gözetliyorum, aynanın karsisinda kendime karizmatik hava katiyorum...acaba onu görünce kendime hakim olabilecek miyim, sacma hareketler, aptalca surat ifadelerinden kurtulabilecek miyim.

Iftara 3 saat...

  Bu saatlerde sokak bu kadar sakin olmazdı, çocuklar koşturur, kadınlar kapi önlerinde otur, bazıları örgü örer,  bazıları iftar icin fasulye kırar, pirinc ayiklardi...sanki sokak birazda temiz gibi.

Balkona oturmuş bir yandan sokagin basina bakıyorum geliyorlar mi diye, bir yandan da mucellam icin siir yazıyorum. Kim bilir belki cesaretimi toplayıp ona veririm...
Kapının zilinin calmasiyla kendimi bir anda kapıyı açarken buldum. Kim o ?  bile demeden acmistim...kapıyı açtım ama öyle kalakalmistim annemin sesiyle irkildim ve mucellanin annesi zeynep teyzeye yol vermiştim bide misafir terliği...mücella yoktu...biraz bekledim belki arkada kalmıştır diye ama nafile, kapıyı kapatmadan şöyle sağ sola bir daha baktım...içimde bir sızı olmuştu...gülen yüzüm solmuştu. Yukarı çıkıp yanlarına oturmak hiç içimden gelmedi, anneme aşağıdan pide almaya gidiyorum diye seslenerek kendimi dışarıya attım...sessizliğin hakim olduğu sokak aralarında yıkılan umutlarım ile kendimi unutmak istedim...

Dolaştım sokak sokak...bilmediğim gormedigim evlerin önünden geçtim, tanımadığım insanlarin arasından geçip kendimi yalnız bırakmak istedim...insanlar bir bir evlerine cekiliyorlardi, havada kararmaya yüz tutmuştu...Yanlız sokakların ortasında kalakalmistim, etrafa bakılırsa evden de baya uzaklaşmış gibiyim...

Iftara 1 saat...

Zaman hızlı ilerliyordu ama içimdeki o lanet sızı bjr turku gecmiyordu...açlığı susuzlugu unutmuştum..suya götürulup susuz getirilmis gibiydim...vakit daralıyor ben hala kendimden kacmaya çalışıyordum, belli ki umutsuz bir sevdanın hayalini görüyordum yine... Kendimi biraz toparlayip evin yolunu tuttum...eve yakin bir fırından da aceleyle bir kac pide alarak kapiya geldim...
 
Acele ile çıktığımdan anahtarı almamışım, zaten bide gec kaldım bu sefer yine hak ettim o terligi...cekinerek zile bastım ve kapı önü fırçamı yemek icin bekledim. Belki bu fırça beni kendime getirebilir. Biraz fazla bekledim galiba bu fırçamın şiddetini artıracak kesin...ayak sesini duyunca gözlerimi kapattım annemin gözüne belki masum görünebilirim...bana acır belki de sarılır, buna su an cok ihtiyacım var çünkü...gözlerim kapalı ellerim yanda bekliyorum. Kapı yavaşça açıldı....
  Normalde yemek kokulularının gelmesi gerekirken, içimi ferahlatan, hüznümü unutturan güzel bir koku yayılmaya başladı.  ben hala korkudan gözlerimi açamıyorum, kokuya odaklandı bütün dikkatim, hiç bir şeyin farkında değilim...Birden adımın söylendiğini fark ettim.

-Ahmet....ahmet

İsmimin bu kadar güzel söylendiğini daha önce hic duymamistim...ne kadar da güzel  ahmet diyordu...Gözlerimi açtığımda mucellanin hep hayal ettiğim o gülüşüyle karşılaştım...o icten, samimi ve sevgi dolu gülümsemesi...Kapıyı açmış kenarda benim içeri girmemi bekliyordu yüzünde o gülümsemesiyle...yerimden kımıldayamıyor gözlerimi ondan alamıyordum.belki suratimda yine o aptal ifade vardır, inşallah yoktur yoksa rezil olurum... Hala kapının önünde heykel gibiyim...gözlerim gözlerinde...ne kadar güzel gözleri varmış yakından bakınca guzelliginde kayboluyorum...Tıpkı çiçeklerle dolu bir bahçede dolaşmak gibi... Beni yine o büyüleyici sesi kendime getirdi:
 - Artık gel istersen, annen seni merak ediyordu.Evden çıkmadan sesin kötü geliyormuş.

Gönlüme işliyor her kelimesi, beni benden alıyor kendi aşkıyla dolduruyordu içimi... Ya ben sana aşık olmayayım da ne yapayım...kokusuyla büyülenmiş halde merdivenlerden resmen uçarak çıkıyorum...

İftara son 5 dakika...


 Masada yemekler hazırlanmış, herkes yerlerini almıştı. Masada herkes kendi dengiyle karşılıklı oturmuştu. Mücella da kendi elleriyle börek yapmış, güzel olduğu kadar maharetliymiş sevdiceğim.

Top sesi...ezan..soğuk bir kaç bardak su...ve mucellanin göz manzarası karsısında annemin o nefis yemekleri...bir yandan yiyorum bir yandan da kaçamak bakışlarımla sevdiceğimi takip ediyorum...ne hoş yemek yiyor,o çatali, kaşığı tutuşu bile farklı...hele o arada bir bakışlarımızın buluşması yok mu...Yüzünde güller açıyor sanki. Gözleri sevgiyle bakıyor, muhtemelen oda beni seviyor...

  Yemekler yendi, çaylar yudumlandı, sohbetler demlenmişti...Artık gitmek için ayaklanmişlardi. terlikler çıkarılmış, ceketler, paltolar giyiliyordu...en son mücellanın hırkasını vermeden önce cebine onu beklerken yazdığım şiiri sıkıştırıldim...gözlerimiz bu kez veda için buluşmuştu, bu kez hüzünlü bir gülümseme vardı yüzünde.hirkasini verirken galiba ellerimizde buluşmuştu...iste ondan sonrasını pek hatırlamıyorum, onları nasıl uğurladım, arkasından el falan sallamış olabilir miydim acaba? En son kendime geldiğimde odamda aynanın karşısında, yine yüzümde o aptal gülümseme ile otururken kapıda yine annem ve yine elinde sürahi...

                                                                                              MÜCELLA -4

18 Haziran 2016 Cumartesi

Ağustos Böceği Mümtaz ile Karınca







  Küçük bir sahil kasabasında yaşayan yaşlı bir çiftin kaldığı mütevazı  bir çiftlik evi....ve onun küçük tatlı, sevimli bakana huzur veren bir bahçesinde yaşayan haşaratların huzurlu hayatları komşu bahçelerde dedikodu konusu olmuş. Komşu bahçenin haşarat konseyi başkanı tırtıl Recai bu huzur ortamından rahatsız olmuş, hastalanıp yatağa düşmüş...

 Ölümün ayak sesleri tahtını sallamaya başladığında vasiyetini yazmaya başlamış... Başkan Recai, o bahçe de düzenin bozulmasını ve tıpkı kendileri gibi savaş halinde olmalarını mümkünse kendilerine bağlı yaşamalarını istemiş.

 Bunun içinde özel bir ekip kurmuş... Bu ekipte dişi bir ağustos böceği, bir kaç felsefe mezunu karınca, bir çift ekonomist salyangoz... Çekirge sürüsü her ihtimale karşı hazır bekletilmiş.

  Komşu bahçeye sızma harekâtı yaparak herkes görev yerine yerleşmeye başlamış... Dişi ağustos böceği Nermin bizim erkek ağustos böceği mümtaza komşu... Felsefeci karıncalar bahçenin karınca lokaline gönüllü hoca, salyangoz çifti de verimli toprakların denetimini yapan toprak Mahsulleri ofisinin içine yerleşmiş...


  Nermin alımıyla çalımıyla bukleli antenleriyle süslü babetleriyle,
renkli ojesiyle, çilek kokulu parfümüyle,mini eteğiyle sürekli mümtazın etrafında lütufkar tavırlarıyla gezerek ona yaşamadığı zevkleri vaat ederek kendine kısa sürede âşık etmeye başarır... Heva ve hevesine kapılan mümtaz, evin yolunu unutmuş... Nermi'nin şeytani ağına yuvarlanıp huzur ve mutlu aile saadetini geçici aşk oyuncaklarına kurban etmiş...

   Mümtaz bütün gün nerminin rimelli kalem kaslarına, ahu gözlerine, hokka burnuna şarkılar besteleyip gitarla da müziğini yaparak gününe gün katmış, aşk sarhoşu olmuş artık çalışmaz, eve ekmek kırıntısı bile götürmez olmuş,  kış için hazırlık yapmak aklına bile gelmemiş. Evde çoluk çocuk aç sefil olmaya başlayınca evde ki nikahlı karisi makbule konu komşu dan biraz biraz kırıntı isteyerek evlatlarına bakmaya başlamış.. Belki çok mutlu bir yuvaları yokmuş ama huzur ve saygı varmış, dışarıdan gelen bir yabancı yuvalarını kepeksiz ucuz beyaz ekmeğe çevirmiş.

Şerminin artık dayanacak hali kalmamış, çocukları da alıp baba evine; ormandaki ağaç kovuğundaki gecekondularına geri dönmüş. Kısa sure sonrada boşanma davası açarak tek celsede  boşanmışlar..mümtaz isterse hafta sonu çocukları görmeye gelebilir, nafaka olarak da aylık 5 buğday tanesi verecekmiş.

 Tam bekârlığın sultani oldum derken hayatı altüst olmaya başlamış. Önce karısından çocuklarından, kirayı ödemediği için evden en son büyük darbeyi de nermin den aldı, kendisini terk edip bahçeden başka bir agustuyla gezip tozmaya başlamış. Bu ihanetten sonra sokakların sefil hayatini yasamaya başlamış, kendini içkiye kumara serseriliğe vermiş..


Yazın sıcak günleri artık bitmiş ve havalar soğumaya başlamıştı. Kış gelmiş. Artık mümtaz sokakların yargıcı olmuş, saz çalamıyor, şarkı söyleyemiyormuş. Çünkü kumar borcundan dolayı birkaç elini kesmişler, kaçak sigara tütün den dolayı da galiba akciğerini almışlardı... Artık o sesiyle şarkı söylemesin diye para veriyorlarmış, tam bir işkenceymiş...

 Mümtaz, yazın nerminle gönül eğlendirirken küçük karınca lokaline sızan hoca kılıklı felsefîk provakatorler bütün yaz boyunca çalışıp emekten, çalışmanın kutsallığından, işçi haklarından, kapitalist sistemimin seksi bel ölçülerinden,denizden,sahillerden, sıcak kumlardan  bahsederek huzurun, rahatın ve lüksün kapitalist düzende olduğunu bilinç altına işlediler....sosyalizm ile yönetilen karınca camiasının emeklerinin sömürüldüğünü, köle gibi çalıştırıldıklarına dem vurarak, mümtazın her gün lokalin bahçesinde nermine yaptığı serenatları da örnek göstermişler...

 Hazırlıklar yapılmış. Karıncalar demokrasi istediklerini hak ve özgürlüklerinde reform yapılmasını yüksek sesle konuşmaya başlamış, akıl hocaları da her konuda gönüllerini hoş edici nutuklar atarak devrimci güruhu coşturmaya devam ettiler. Her turlu desteği sağlamışlar, büyük mitingler organize ediliyor, konserler, ziyafetler, hediyelik eşyalar...

  Salyangoz ekibi de toprak sahibi çiftçileri denetim ayağıyla baskı altına almışlar. Artık onlar ne isterse mecburen yapacak hale gelmişler...
Devrim için bu güruhu alıp zafere götürecek bir lider hariç her şey hazırmış, gaza gelmiş beyni yıkanmış bir grup, üst bir akıl, karşı çıkanı alt etmek içi geride hazır bekleyen bir ordu ve bir lider...
Aranan lider yine üst akıl yoluyla,  sistemin şımarık çocuğu olarak sahneye çıkarılan ve elinden her şeyi alınan Mümtazı,devrim diye sokaklara dökülen bu grubun başına getirmişler. Hırs, öfke, açlık ,yokluk şöhret para ve liderlik koltuğu.... mümtazı ikna etmek o kadar da zor olmamış...

 Mümtazın liderliğinde bahçedeki haserat, çoluk çocuk kadın, yaşlı sokaklara dökülmüş. demokrasi çığlıkları bahçenin huzur konseyini harekata geçirmiş. Konseyin başkanı akrep kral, yaşanılan bu iç isyanın dış odakların tertip ve finansa ettiğini biliyormuş… ilk sıralarda uzlaşma yoluyla mümtaz ile görüşmeler gerçekleştirmiş, isyancıların isteklerini dinlemiş ağır koşullar sunmuş hain mümtaz, kraldan orduyu sokaklara çıkartmamasını,tahıl depolarının anahtarlarını vermesini son olarak ta görevi kendisine bırakmasını aksi takdir de Bahçe de yağma ve katliamlara izin vereceğini ve konsey yuvasını işgal edip kendisini de ibret olsun diye vişne ağacına asacaklarını söylemiş…
   Akrep kral,mümtazın küstah isteklerini dinledikten sonra eski dostu ve veziri kobra yılanına talimat vererek bahçe de isyana katılan
herkesi yakalaması için orduyu yollaması emrini vermiş… Hain mümtazın da yakalanıp bahçedeki en büyük vişne ağacına asılması talimatını vermiş.

  Mümtazın asılması ve ordunun bahçeye girmesiyle isyancı gruplar dağılmaya başlamış. İsyancılara destek olarak bekletilen çekirge sürüsü de tam harekata geçecekken komşu dost bahçenin hava kuvvetlerinden 5 adet kara karga birliğinin saldırasına maruz kalarak telef olmuşlar.


  İsyanın bastırılmasından sonra akrep kral, krallığı kaldırmış demokratik secim yapılmasını ve isteyenlerin karsısında aday olabileceğini söylemiş. Seçimden  sonra haşarat meclisi açılmış akrep de başkan seçilmiş…
Düşman bahçenin başkanı recai, bu yenilginin ardından dayanamayarak intihar etmiş…yerine daha ılımlı politikayı benimseyen kelebek Rıfkı başkan olmuş.




8 Haziran 2016 Çarşamba

Mücella-2




    

   Güne yağmur ile toprağın kavuştuğu bir sabah da gözlerimi sessiz soğuk odama açıyorum. Tavana bakıp oradaki ustalığı ince zarif ve estetiği görmek bana kendimi, ruhumun derinliklerinde ki uslanmaz çocuğu tekrar gün yüzüne çıkartıp onun masum hayalini tekrar yaşama fırsatını sunuyor…Kendiliğimden kalktığım bu sabah beni düşündürüyor, günün sonunda başıma  ilginç bir şey gelmez umarım.
Yatakla vedalaşmadan annemden kahvaltı menüsünü duymadan ayrılmak istemiyorum, odam ile mutfak arasında yüksek desibelde rutin diyaloğumuz vazgeçilmez sabah egzersizlerim arasındaki yeri her zaman bir başka benim için... Annemle aramızdaki sevgi bağını güçlendirdiği yönündeki tezim her zaman şurada sehpanın üzerinde durur, son zamanlarda üzeri tozlanmış olabilir. Buna annemle aramızda ki son ikili görüşmede kendisinden kahvaltı menusu üzerinde rotasyona gitmesi gerektiğini söylemem etkili olmuş olabilir..

  Burnuma güzel kokular gelmeye başlıyor... Burnuma en son güzel kokuların geldiği günü hatırlıyorum:
 Hiç unutmam bir kış sabahı, yine yatakla henüz vedalaşmamışım hava nasıl soğuk, havadaki kuşlar donarak dolu gibi yere düşüyor. Arada penceremin önüne gelen minik serçem bile o sabah uğramamıştı. Soğuktan nefes alamaz olmuştum… Aman tanrım! Dedim. Sonrasında tüm sistem eror vermeye başladı...

  Arada yanıp sönen ışıklar, anlayamadığım şekilde konuşmalar, galiba bide sıcak pide kokusu... Sonra hareket etmeye başlıyorum. Galiba yataktayım hala… Çünkü yerim baya rahat... oh mis... Benim yatağım galiba bu rahatlığı başka yatak veremez çünkü...
Ortalık birden karardı, aman Allahım dedim bu sefer... Kör mü oldum sanki… Sesler de kısılmaya başladı en son pide kokusu kayboldu...
 Burası soğumaya mı başladı ne… Aman tanrım! Giderek daha da soğuyor... Kimse yok mu? Hem hareket edemiyorum hem de üşüyorum buda yetmezmiş gibi bide göremiyorum... Aklıma annemin küçükken uyumadan bana attığı masallar geldi. Niye böyle saçma zamanda aklıma geldiğini hiç sormayın...'aaa yetti artık' dediğimi hatırlıyorum... Bunu dememle kendimi daha önce gelmediğim bir mahallenin ortasındaki çocuk parkında ıslak bir bankın üzerinde kıvranırken buluyorum... Üzerimde pijamam ayağımda ev terliğimiz,  annem görmesin bana yedirir bu terliği...

  Baya bi oturdum bankta, sonra toparlanıp nerede olduğumu öğrenmek istedim..bir yandan da pijamayla dolanmak istemiyorum. Etrafta hiç çocukta yok, vay arkadaş nasıl bir mahalle burası... Rezil olmamak için büyüklere de bir şey soramıyordum. İşin garibi kimse de sen ne arıyon evlat burada, bu soğukta kalma dışarıda demiyor...çocuklardan umudu kesince yaşlı amcalara bakar oldum...önce sessizce mahcup edayla sordum bir kaçına ama hiç bakmadılar bile duymadılar galiba...Mahcubiyeti bir kenara bırakıp yüksek sesle nerde olduğumu eve nasıl gideceğimi sordum, sordum sordum dayı....teyze...genç, yaşlı demeden sordum. Ama nafile kimse sallamıyor beni burada... Herkes sağır olamaz herhalde... Herkes beni görmezden duymazdan geliyor...
   Tüm ümitlerimin tükendiği işte o an....O nu gördüm...uzaktan bir peri gibiydi...birden kendi halime bile bakmadan peşine düşmek Onu daha fazla görmek istedim...iyice manyadim ben galiba, pijamayla sokakta kalmam yetmiyormuş gibi bir de kızın güzelliğine kapılıp peşine düşme derdindeyim..
   Bu arada etraf  kalabalıklaştı    ama hala kimse benim halimi garipsemedi...Bu durumdan şüphelenmeye yeni başladım, galiba kimse beni görmüyor...evet dostum bunlar beni görmüyor, lanet olsun nasıl bir durumun içine düştüm böyle...O zaman bu bir rüya, evet evet bu bir rüya....dostum tabi yaa başka ne olabilirdi...kesin bir yerim açıkta kaldı  bende böyle abuk sabuk bir rüyanın içine düştüm...eee ne olacak şimdi..bu lanet rüyadan nasıl uyanacağım... rüya kısa sürecek nasıl olsa...ne yapsam diye düşünürken birden yanıma iki çocuk....yok yok bunlar çocuk olamaz...çocuk görünümlü akademisyen desek, yok buda bir beden büyük geldi...ohaa oda ne ! Biri cebinden sigara çıkardı, o nasıl kendini beğenmişliktir arkadaş... ateş var mı? Demeye bile tenezzül etmiyor zibidi ceplerimi karıştırıyor... Bende şaşkın şaşkın onu izliyorum. Pijamamdan çakmak buldu velet, bir güzelde yaktı sigaraya. Banka da çıktı oturdu... Diğer çocuğa ters bir bakış atıp üzerine doğru da sigaradan derin bir nefes çekip üflemesiyle eleman birden ortadan kayboldu. Artık şaşırmıyordum, zaten bu bir rüya daha ne olabilir ki...

   Çocuk bana ara ara bakıp beni resmen sigarasının dumanına meze yapıyordu... Birden kalkıp uzaklaşmaya başladı beş altı minik adım attıktan sonra arkasına dönüp beni takip et sana aradığını vereyim bakışını attı...
Olayın farkındayım ya eğlencesini düştüm peşine... Az gittik düz gittik... Bir avm, iki çıkmaz sokak, bir alt
Geçit bir üst geçit derken bizim çocuk bir bakkala uğradı onu kapıda beklememi işaret etti. Elinde bir paket
çekirdek bide küçük su...bakkalın yanındaki sokaktan girdik beni yolun sonundaki bir binanın önüne getirip bıraktı, kendisi de kenara çekilip çekirdek çitlemeye başladı...eliyle ikinci katı gösteriyordu durup baktığımda balkonda onu gördüm......

  Ahhhh.. balkonda ki çiçeklerin yerinde olmak isterdim, bana da oyle de baksa onlara gösterdiği sevgiyi gösterse...Bu anın rüya olması ne kötüydü...boynu bükük çocuğun yanına çöktüm bana çekirdek uzattı...son çekirdek bittiğinde, son su tükendiğinde, beyaz çocuk son parasını demin harcadığının farkına varacaktı ama ben ben  orada olmayacaktım
   Elimden tutup birlikte onun evine doğru yürümeye başladık... Kapıyı çaldık açan olmadı, bizde rüyanın nimetlerinden faydalanalım dedik... Duvarlardan geçip evlerine girdik. Çocuk salona geçip koltuğa kuruldu ben üstümde pijama onun evinde geziniyorum, onun odasını arıyorum... Mutfaktan gelen yemek kokuları beni de acıktırdı..acaba rüyada yemek yesem uyanınca tok olur muyum ?  Odaları teker teker kontrol ederek en sonunda onu odasında buldum Yatağına uzanmış kulaklıkta da kulağında tıpkı benim gibi tavana bakıyor... Ne de çok ortak yönümüz varmış, (resmen tekrar âşık oldum)yatağının yanında dışarıya bakan pencerenin manzarasına baktım önce Buradan demin ki bakkal görünüyor, ne kadar şanslı bakkal yakın oh miss
  Duvarın dibine amele gibi çöktüm, o güzelliğe bu açıdan bakmak Sonra kalktım yanına doğru yürüdüm, ama nasıl heyecanlı nasıl mutluyum. Paçalarımdan mutluluk akıyor Şöyle yatağının kenarına oturdum, pijama yine gözeme çarptı . bir utandım mahcup oldum galiba yüzüm kızardı yada havalar sıcak Odaya güneş dik açıyla gelmese bütün bunlar olmazdı belki. Mutlu bir birlikteliğe güneşin geliş açısının mani olduğunu kimse inanmaz bayım, geçelim bunu

   Bir anda valide hanım odaya daldı, elinde anne terliği İşte o anda ben şok Korkudan yataktan yuvarlandım, hemen yatağın altına saklandım Ana kız doksanlar klasik hadi kalk bir işin ucundan da sen tut, ömrümü yediniz benim, öleyim de siz de bende kurtulayım’’nutkundan sonra soğuk savaş dönemi kısa süre sonra da yumuşama süresien son hadi güzel kızım, cici kızım.. Meleğim Mücellam
  İşte o anevet işte o an adını öğrendim..adını örgendim de boyum mu uzadı hayır tabiî ki deyatağın altından çıkıp dizlerimi yere koyarak kollarımı da yatağına dayadım bu sefer daha cesurum burnunun dibine kadar girdim..tıpkı bir melek gibi uyuyordu...Tam mücellanın yüzünde hulyalara dalacakken odasın duvarından bizim lanet olası velet çıkageldi,elinde bir tabak tatlıyı kaşıklaya kaşıklaya yanımıza kadar geldi yatağın kenarına çöktü. Yaa arkadaş bir kalk git git kızın yatağına tatlıyı dökeceksin, kızcağız daha demin fırça yedi. Ayıptır günahtır gel şöyle yere çök kenarda zıkkımlan demeye daha fırsat kalmadan kızın güzelim yatağına. Valide hanımın yeni yaptığı kokusunun halen evin atmosferine bile dağılmayan Hindistan cevizi soslu, pandispanyaya yatırılmış, çikolata karnavalına yani bildiğiniz supangleyi döktü… Onu görünce tepem nasıl attı tuttum bu veledi bakkal manzaralı pencereden aşağıya attım… Sonra nasıl rahatladım anlatamam… Çöktüm yere yine mücellayı izlemeye devam ettim..uzun uzun baktım bir ara dalmışım, rüyada nasıl uyukladığımı halen tıp dünyası açıklık getirmiş değil.
  Eee ne olacak simdi, çocukta yok ortalıkta, attığım yerde de yok... Mücella da kalkmış gitmiş... Yine pijamayla kaldık mı rüyanın ortasında. En iyisi bir an önce buradan gitmek... hava kararmadan bu rüyadan çıkış yolu bulmam gerek... Ama önce şu evin yolunu iyice hafızama kaydedeyim. Rüyadan uyanır uyanmaz ilk iş buraya gelip tanışmak olacak...
  Duvarlardan bir casper edasıyla  geçip köşedeki bakkala, oradan kalabalıklar arasından evin yolunu bulmaya çalıştım fakat nafile...ulen velet beni nereye getirdin...ne yapacağım şimdi ben...sokak sokak  mahalle mahalle geziyorum ama ev bulmak bir yana tanıdık bir sokağa da razıyım...umudum artık iyice bitmeye başlamıştı, ya şu çocuğu bulup tekrar dövüp rahatlayacaktım yada...yada bilmiyorum yaa yine döverdim herhalde başıma ne işler açtı velet..şu halime bakın ya pijama terlik ile macera peşinde koşuyorum.

  Al iste, aksam da oldu. Etraf pide kokmaya başladı, bu kokuda nereden geliyor şimdi... Üzerimdeki stresi aldı resmen... İste buuu... Dostum ben bu fırını tanıyorum... Bugün baya kuyruk da var...
Bu ramazan pidesi kuyruğu. Vay arkadaş ramazan gelmiş. Ne güzel... Hos gelmiş.  Sefa getirmiş...

  Bir yandan ağır bir soğan kokusu diğer yandan tütün kolonyası kokusunu çok yakından almaya başlıyorum... Etrafa bakıyorum bakıyorum bakıyorum... Birden kuyruğun sonunda diğer çocuğu gördüm. Bana bakıp gülümseyerek yanına çağırıyor...ona doğru yürümeye çalışırken ortam birden bembeyaz oldu, herkes kayboldu...korktum öldüm sandım..belki de öldüm kim bilir...beyazların içinden biri bana doğru geliyor, arkadaş bu ne yaaa...yeter artık bitsin bu rüya... Anneeee neredesin , gel uyandır beni artık...kim len bu, yaaa olamaz bu nee yaav...bizim hain velet aksakallı olmuş üstüme üstüme geliyor,   bir elinde baston diğer elinde yine sigara yakmış...yüzünde de yine şeytani gülümsemeden...Artık dayanamıyacagim ben bu veledi döveceğim...niyetimi ettikten sonra üzerine doğru koşmaya başladım...ben koşuyorum o bana doğru yürüyor, koşuyorum ama nafile aramızdaki mesafe hiç azalmıyor… Bu nasıl bir şeydir Üstat!... Koşmaktan nefes nefes kaldım, niye koştuğumu da unuttum...
  Sonra üzerimde bir ağırlıkla kalabalıklar arasında buldum kendimi... Yerde uzanmış etrafımda kalabalık meraklı gözlerle bana bakan bir güruh... Bu kokuların kaynağını simdi anlıyorum, amcanın biri almis eline kırmızı soğanı ağzıma gözüme sokuyor... Başka bir amcanın elinde bos bir kolonya şişesi, muhtemelen o kolonya vücudumun muhtelif yerlerinde buharlaşmıştır.
  Kendime gelmeye başlayınca durumun farkına varıyor ama bu pide kuyruğuna nasıl geldiğimi ve
Neden şuan yerde soğan ve kolonya ile kendime getirilmeye çalışıldığımı anlamış değilim... Durumumun tek iyi tarafı ruyadan uyanmış olmam ve o küçük veledden kurtulmuş olmam... Bu arada annemin kalabalıklar arasından evladını arayış çabası gözlerimde hafif bir nemliliğe sebep olması da ayrı bir mutluluk kaynağı oldu.

                                                                                 MÜCELLA-3

-TÜL KEDİSİ-

ABSURD GENCİN AĞZINDAN: Yıl 1990 İstanbul’da, güzeller güzeli bir kız, fedakâr bir anne, cefakâr bir baba varmış. Anne ölünce bab...