30 Kasım 2012 Cuma

MÜJGAN İLE RIZA-3




Gece saat 2.30 suları:

Hava ayaz, bebelerin, mahalledeki serseri gençlerin birbirlerine atarlayıp kavga etmelerin, kadınların aşağıdaki mahalledeki Hatice ile kazımın evlilikleri hakkında yaptığı dedikodu seslerinin olmadığı en sessiz ve ıssızında bi gece işte anlayın…
Rıza yatakta dikmiş kafasını tavana boş boş bakıyor ayağını da uzatmış duvara içinde şu ana kadar hiç yaşamadığını düşündüğü bir duygu hissediyor… İçinden sanki sıcacık bir şeyler akıyor gibi kendini mecnun gibi hissediyor... ' La arkadaş mecnunun işini ne zormuş sen git çölde safari yap olacak iş değil' gibisinden saçma sapan aptal saptal şeylerde düşünmüyor değil… Sonra bir durgunluk çöküyor üzerine aklına o gözler geliyor evet müjganın gözleri… Ve o gözlerin efsuni etkisinde uykuya kendini bırakıyor...

Günün Ertesi Sabah Suları…

Kahveye doğru yola çıkarken bulutların yoğunlaşmış bir halde olduğunu ve yağmurun yağacağını düşünüyor... ‘'tam da günüydü'’ diyor. Ağır adımlarla yol alırken alt sokaktaki keşgülcü nimet ablanın dükkânından bir kadın ve bir erkek çıka durur… O da neydi hayır olamaz bu müjgan ve yanında bir erkek... Güle oynaya yürüyorlardı. Rıza içten içe kıskançlık ateşinin dumanından etkileniyor ve 'nasıl yapar bunu hem de benim mahallemde diye sesli düşünüyor sonra ‘'beni ne ilgilendirir amannn gibisinden kendini avutmaya çalışıyor. Ayağındaki kaygan sivri burunlu ve biraz eskimiş olucak ki bir taşa çarpar ve yerlerinde ıslanmış olmasının tesiri ile bir top misali yuvarlanıyor, yuvarlana yuvarlana tam müjganın adım atacağı yerde duruyor... Hiçbir şey olmamıştı Rızanın iri ve kaslı cüssesi onu yıkmazdı ve hemen karizmayı bozmamaya çalışarak ayağa kalkıyor... Müjgan’la göz göze burun buruna geliyor...

— Aaa noldu?
— Hiç ya Çocuklar muz yemişte, kabuğuna bastım sanırım
—Muz kabuğu çok faydalıdır aslında galiba, bir güzellik dergisinde okumuştum.
— Ne alaka yavv
— Siz muz kabuğu dediniz ya ordan şey ettim.
— Hmm… Neyse neyse
— Bir yerinizde bir ağrı varsa o muz kabuğunu alın kaynatıp pamuğa suyunu bandırın aslında peçete de olur sürün iyi gelir.

Rıza içinden ‘‘Lan bu kız benle alay mı ediyor, mahallenin reisi Rızaya yapılmaz bu’’ diyor.
— Yok, ben kolay acı çekmem yıkılmammm.
— Siz yıkılmam deyince aklıma bir şarkı sözü geldi, bi alışveriş mağazasında çalıyordu. Yıkılmadım ayaktayım dertlerimle baş başayım...

    Rıza iyiden iyiye şaşırmaktaydı bu kızda bir tuhaflık vardı. Ama o marmarabirlik zeytin gözlerine bakınca unutuveriyordu her şeyi... Bu yanındaki çocuk kimdi; gözlüklü, saçlarını bir kutu jöleyle geriye doğru jölelemiş, gömleği boğaza kadar düğmeli. 'bizim mahallede tipine az rastlanır tiplerden' dedi Rıza. Çocuğu iyice inceledikten sonra oradan ayrıldı. Üstüde hep çamur olmuştu, üzerine o rezil haline bakarak '’ lan şu hale bak kahvedekiler görmesin itibarımız bozulacak sonra’’ diyebiliyordu…

Üzerini değiştirip tekrar kahve yolunu aşındıran rıza samimi arkadaşı çift pide kâmil ile birlikte 2 demli çayın belini kırıyorlardı, kâmilin rıza söylemek istediği fakat nasıl dile dökeceğini bilememesi münasebetiyle sıkıntı bastığı ince belli çay bardağını tutuş ve kavrayış biçiminden fark ediliyordu tabiri caiz ise… Rızanın keyfi kaçmıştı derin düşünceler içerisinde ne yapacağını bilememenin verdiği ızdırabın üzerine bıraktığı bunalımal etkinin ağırlığı altında eziliyordu… Gözleri yadigâr ustanın demli çayına attığı 2 kaşık şekeri karıştırdığı sırada oluşan kısa dalgalar arsında kayboluyordu... Çift pide kâmil tereddüt dehlizinden tırmanırcasına konuşmaya girişir…

— Kirve…
— Söyle hafız…
— Sana diyeceğim mühim malumatlarım edindim…
— Hayırlara gelsin, ne ola ki de bakam…
— Bak hacı! Bunu nasıl söyleyeceğimi bilememenin ızdırabı içerisinde olduğumu bilmeni isterim öncelikle…
— La oğlum kâmil sana ne oldu? Sen bu kadar uzun cümle kuramazdın, sen geceleri ne izliyorsun?
— Doğru dersin teyzemin evladı… Bende bilmezüm ne olmuş ola ki? Neyse binanaleyh diyeceğim o ki senin manita müjganı iki cadde ötedeki kasabın yanındaki sokakta bulunan kaçakçı nazımın zücaciye dükkânının sahibi olan poşetçi hayrinin oğluna verecekler yönünde duyumlar aldım…
— Olamaz hayır… Neler söyler senin ağzın kâmil… Hayır… Hayır... Kamil bunların birer yalandan ibaret olduğunu söyle bana kuzum… Bunlar ne demek oluyor müjgan, bunu bana nasıl yaparsın… Kısa mesafe paslaşmaları misali bakışmalarımız yalan mıydı? Birlikte çay içtiğimizi hayal ettiğimdeki o anda çayı yudumlarken ki bakışın yalan mıydı?
— Heyyy ! Dostum sakin ol… Sana kız mı yok, müjgan gider Mürüvvet gelir, Neriman gider, Hayriye gelir, sıdıka gider, alt mahalledeki Şükriye gelir, kasabın kızı fikriye gider…
— Evet, bende fark ettim o iyi gider!
— Yani yani takma kafaya boşverrrrrrrrr
— Boş mu verim hayır… Neler söylersin sen kulakların işitir mi bu deyişlerini kâmil?
— Bak yeğen… Atan ne derdi hep:

Veren eli herkes öper,
Güvenme dayına ekmek al yanına,
Giden gelse dedem gelirdi…
— !!!!
— Bu anlamsız bakışların, anlamakla anlamazlık arasında gidip gelmişliğini anlatan anlatımdaydı…
— Ben artık buralarda duramam kâmil…
Artık demir alma vakti geldi bu kahveden,
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne kol…
— Bu fikriyatına bende gönülden ve cüzdandan destek oluyorum hacı, al sana uçak bileti al sana kent kart, daha bitmedi al sana bavul içinde eşyalarınla birlikte, buraya gelmeden önce evinizden aldım… Dur daha bitmedi uçağın birazdan kalkacak o yüzden paraya kıydım ve taksi çağırdım birazdan burada olur…
— Kamil, beni duygulandırdın ne diyeceğimi bilemiyorum şimdi tıkandım…
— Bunu da tahmin ederek sana birde soda açtırmıştım… Yadigâr usta getir şu sodayı rızaya… Vedalaşma derdinden de kurtarıyorum seni hacı, senin adınla annene babana durumu izah eden kısa bir veda mektubu, müjgan için hayırlı olsun babında bir kısa mektup, işlerin düzenli kontrolü içinde bana vekâlet verdiğine dair bilgilendirme yazısı hazırladım… Senin için rahat etsin, git gez kafa dağıt, seni orda bir arkadaş karşılayacak ve hayatına farklı bir boyut kazandıracak sana seni ve müjganı unutturacak… Hadi bakalım kalk artık taksi geldi geç kalma uçağa… Buraya çok farklı biri olarak gel teyzemin evladı…
— HOŞÇAKAL MÜJGAN... HOŞÇAKALIN MÜJGAN KOKAN SOKAKLAR...



UÇAK-1600 FİT

Ardında bir sevda bırakıp gidiyordu rıza, içine gömmüştü özlemini sedasını, hasretini… Adını anıyordu binlerce fit yükseklikte, en yüksek tepelerinde üstünden, bulutların hava kirliliğinden ve kötülüklerden kirlenmemiş yüzünü görüyordu. 
Aşk, sevda, hasret ve ümit rızanın daha önce kapısını uğramamış duygulardı, o yalnızlığı mesken tutan, öfkeyle beslenen, intikam ile susuzluğunu giderendi…
Rıza kendinden kaçıyordu, sevmek sevginin peşinden gitmek ona göre değildi… Şu anda bulutların üzerindeydi fakat mecazi anlamda değil bu sefer gerçek anlamda bulutların üzerindeydi, mutluluktan değil kaçarcasına uzaklaştığı uzaklaşırken de bindiği uçaktan dolayıydı…
  Kıvrımlı dağların beyaz bulutların semayı kaplaması sonucu görünmediği puslu, sisli bir çıkmıştı… Dalgındı, şaşkındı, düşünceliydi, yer yer öfkeyle karışık kendine kızdığı da oluyordu… İçindeki sese kulak veriyor nerde hata yaptığını düşünüyordu, bu yaşına kadar çok hata yapmıştı acaba hangisinden dolayı bunlar başına geliyordu… İlkokulda haraca bağladığı çocuklar yüzünden miydi acaba? Yoksa askerde nöbette uyuduğu için mi? Ara sıra ehliyetsiz araba kullandığı içinde olabilirdi…
Bu tarz düşüncelerden arındıktan sonra uçakta etrafı gözlemlemeye başladı, bir dedektif edasıyla ayrıntılara indirgemişti bakışlarını… Kontroller için koridorlarda dolaşan hostesler dikkatini çekti önce 4 hostes vardı, bunların % 25 erkek kalanın % 66,6 bayandı, bayanlarında %50 sarışında… Bu oranlar rızanın dikkatine takılmıştı, zihninde sorular dolanmaya başlamıştı…
Koltuk sayısı 192 idi fakat buna karşılık sadece 6 çıkış kapısı vardı, buda demek oluyor ki her kapıya 32 kişi düşüyordu… Acil bir durumda tüm yolcuların çıkması birçok faktöre bağlıydı bunlardan bazıları, yolcuların yaş ortalamalarına, çıkış kapısının önündeki kişinin ne kadar atletik olduğuna, bunun yanında kilo ortalamasında pek mühim bir etkendi yaşlı ve kilolu bir teyzenin uçağı terk etme hızı korkulacak ve uçakta infial uyandıracak bir sınırda olduğunu unutmamak gerekmekteydi…

Rıza kafasını bunlarla meşgul etmeye başladı bir zamanda 28A da oturan bayanın çocuğu kuyruğuna basılmış kedi yavrusu misali bağırmaya başlamıştı… Bir anda tüm dikkatleri üzerinde çekmişti, rızanın hayatta nefret ettiği 3 şeyden biri olan çocuk ağlaması, sinir sistemini harekete geçirmişti beyne giden öfke sinyallerindeki ani artış sebebiyle vücut ısısı artmaya başlamıştı, kanın içindeki glikoz miktarının mili litredeki hacimsel oranı tehlike sınırını teğet geçiyordu… Kendinden beklenmedik bir tavır sergileyen rıza derin bir Ya Sabır çekerek sakinleşmeye yoluna gitti… İçinden kısa bir serzenişte bulunarak etrafı gözlemlemeye başladı ve farklı bir şey yaparak yolcuların hayatlarını yaşantılarını tahmin etmeye başladı… İlk önce çocuğu ağlayan aileden baktı… Çocuk açlıktan ağlıyor olabilirdi, babası uçağa geç kalmamak için acele ettirmiş bu yüzden de çocuk aç kalmış olabilirdi, ya da babası çok cimriydi havalanın girişindeki simitçi çocuktan tek simit alıp onu da üçe bölmüş olabilirdi bu yüzden de açlıktan ağlıyor düşüncesi ağırlık kazanıyordu… Baba ya çok cimriydi ya da çok fakirdi, üzerindeki kıyafetlere baktı çaktırmadan aman tanrım oda ne! Hepsi marka lüks şık parçalardı… İlk denemesi mantıklı olmamıştı etrafa bakınmaya devam etti…
* Sarışın, 3 yaşında kızı olan bir bayana gözü çarptı…4 yıl öncesine kadar hostes olmak istiyordu, sınavlara girdi ama kazanamadı, gelecek yıl dershaneye gitti tekrar girdi ama yine kazanamadı… Hedeflerinden vazgeçti evde oturdu, evlenme programında kısmetini aradı, evi arabası çocuğu olmayan 28–35 yaş arasında güvenebileceği pilot olan birini istedi ve onu da buldu… Yıldırım nikâhıyla evlendi evliliğin ilk meyvesini bir yıl sonra aldı, ikinci meyvesini de 4 yıl sonra aldı… İlki kucağındaydı ikincisi de her ay banka hesabında oluyordu… Şiddetli geçimsizlik hastalığına yakalanmıştı ve artık yalnız bir bekârdı şimdi ise tatil için anasının evine İzmir’e gidiyordu…

Rızanın bu tahmini mantık çerçevesinde tahayyül edildiğinde hiçte yok artık dedirtmeyecek bir performanstaydı…
* Hemen önündeki çifte kaydı müjganı görmek isteyen gözleri ve hayatları hayal etmeye başladı…

5–6 yıl olmuştu evleneli üniversitenin bahar şenliklerini protesto ederken tanışmışlardı, kız İzmirli oğlan Hatay 4 yolluydu, kız fabrikatör kemalin kızıydı ve haliyle para ve rahatlığın gözüne gözüne vuruyordu… Oğlan emekli öğretmen muhlis hocanın fakir açlıktan ağzı kokan oğluydu… Aşk tesadüflerin kurbanıydı işte kim inanırdı ki fabrikatör kızının 2+1 gecekondu eve gelin gideceğine… Yeşilçam klasiklerinden arınmış olan kemal bey kızını sevdiğine vermişti bununla da yetinmemiş damadına fabrikasında müdürlük vermek üzerine yanına çağırıyordu…
Rızanın hayalleri doğru denecek kadar yanlış olabilir miydi?Tahminlerini bir kenara bırakıp arkasına yaslandı, kemerini düzeltip ceketini toparladı ve gözlerini yumdu…

23 Ekim 2012 Salı

MÜJGAN İLE RIZA -2-



O GÜN- AKŞAM- KAHVEHANE


      Rıza ve arkadaşlarını mahallenin çok eskiden kalan Yadigâr ustanın kahvehanesinde toplanmıştı. 6–7 masanın olduğunun kahve de pencere kenarında mahallenin muhtarı Ali kemal amca elinde gazete önünde demli çay ile gündemin tozunu alıyordu… Yadigâr usta ocağın başında etrafı kontrol ediyordu ama aklı evde kalmıştı sabah hanım yine canını sıkmıştı, geçim sıkıntısı evdeki huzurunu kaçırmıştı, son zamanlarda işler durgundu fazla çay satamıyordu… Acaba çayı mı kötüydü, hayır! Kötü de değil di resmen tavşankanıydı… Peki, neydi bu durgunluğun sebebi onu bizde bilemiyorduk… Yadigâr ustanın tek umudu rızaydı artık o sürekli arkadaşlarıyla kahvehaneye gelecek ve işler açılacak çay kahve satacak para kazanacak ve oda hanımının istediği o kürkü alacaktı evet bunu yapacaktı… Kurduğu bu hayalden Rızanın billur gibi olmayan gür sesi ile uyandı, yüzünde kısa bir tebessüm oluştu ve baba yadigârı radyonun sesini biraz açtı… 2010’lu yılların aykırı popçusu hiperstarı Ajdarın nane nane Şarkısı çalıyordu…


   Yadigâr usta, Rızanın istediği 4 çay 1 limonata 1 Türk kahvesini acil tarafından masaya getirmişti… Siparişlerin geldiği sırada rıza bir anda sustu, yadigâr usta tecrübeli bir insandı ortada bir iş döndüğünü anlamıştı ama çaktırmıyordu, kendisi de eski bir beyzbol seveni olarak duruma sesini çıkarmadı, orta da Rıza varsa pis işler her zaman vardır… Karısının kürkü için bunlara katlanıyordu, yoksa günahı kadar sevmezdi Rızayı…
  Rıza büyük baş serserileri toplamıştı, artık baba parası yemek istemiyordu, en iyi bildiği işi yapacaktı artık… Karşısındaki 5 büyük baş serserinin gözlerine tek tek bakarak onlara korku saldı ve söze başladı:
—    Bundan böyle bu mahallenin ve diğer mahallelerin lideri benim, sizin devriniz artık kapandı ya bana itaat edersiniz ya da İstanbul’u terk edersiniz. Bana itaat ettiğiniz takdirde sizin olan tüm mekânların güvenliği bana ait olacak ve siz korumam altında olacaksınız ve bunun bedeli olarak da tüm cironuzdan % 25 alacağım… Ya benim için çalışırsınız ya da zorla çökerim mekânlarınıza karar sizin
Aralarından sadece biri bu teklifi kabul etmemişti, diğerleri rızaya biat ederek emrine girmişlerdi… Kabul etmeyen kişi bu âlemin eskilerinden olan topal Hüsamettin’in oğlu Yapma Cemil di… Rıza cemilin cezasının sonra kesileceğini söyleyerek gitmesine izin vermişti. Kalanlarla ayrıntıları konuşarak onları da yolladı… Çok yakın dostu Sarı Selime aklındaki çılgın düşünceden bahsediyordu…
—    Yakında göreceksin selim tüm İstanbul bana itaat edecek…
 
SAHİLE İNERKEN AKŞAM


   Rıza yoğun çalışma temposundan yorulup sahile inme fikrini aklına sevdirmişti, soğuk ve ıslak kaldırım taşlarından ağır ağır ilerliyordu. Rıza baş başa kalınca aklına serserilik gelmiyordu sakin uysal efendi biri olup çıkıyordu biranda… Ceketinin önünü ilikleyip ellerini ovuşturarak ısıtmaya çalışıyordu… Sahile inmişti deniz kokusunu içine iyice çekerek huzuru bulmuştu sanki daha biraz önce millete racon kesen sanki o değil gibiydi… Biraz denizi seyrederek yürüdü deniz havası onu acıktırmıştı az ilerdeki midyecinin yanına adımladı ve 10 tane midyeyi mideye yuvarladı bunun üzerine çay iyi gider düşüncesi ağır basınca da az gerideki çay bahçesine döndü… Boş bir masaya oturarak demli bir çay istedi bir yandan çay içiyor bir yandan da uzak denizlere bakıyordu, bir anda efkâr çöker üstüne ve şarkı mırıldanmaya başlar umarsızca… Sonra kendine gelir an Ne oluyor lan! Bana dercesine toparlanır etrafı seyretmeye başlar insanlara bakar döner kendine sonra tekrar onlara bakmak istemez, bir sigara yakar ve derin bir nefes alır ve dumanıyla şekil yapmaya başlar. Salakca hareketlerinde yaptıktan sonra bir çay daha söyler ve adam gibi oturmaya başlar… O sırada birkaç masa öteye güzeller güzeli Müjgan gelir ve oturur gözleri ağlamaklıydı hüzün bulutlarının tepesinde gezdiği belli oluyordu, kendisini bu soğuk havada içine ısıtacak bir sıcak çikolata alarak şımartıyordu. Bir yudum aldıktan sonra ağlamaya başlar, ağlama sesi rızanın dikkatini çekmişti kafasını ağlama sesinin olduğu yöne yani saat 3 yönüne doğru çevirdiğinde şimdilik adını bilmediği güzelliği Müjganı görür ve baka kalır bir süre… Artık bakmaktan boynunun ağrıdığını hissedince yardım amaçlı ve tanışma bahanesiyle yanına doğru ilerler müsaade bile almadan masaya oturur ve konuşmaya başlar:
—    Pardon sigaranız var mıydı, benimki bitmişti bu havada içip dumanıyla şekil yapmak güzel oluyor da…
—    Hayır, ben kullanmıyorum sigara, cildi yaşlandırıyormuş öyle söylüyorlar… Geçen günde gazete de okumuştu bizim kurstaki Nermin abla
—    Hııııı! Bu arada niçin ağladığınızı sormak için bahane bulamadım bence sormadan siz söyleyin?
—    Aslında ağlamıyorum gözüme toz kaçtı.
—    Yok, artık yalanında bu kadarı! Dedi rıza
—    Pardon da beyefendi niçin böyle konuşuyorsunuz benle teessüf ederim size, lütfen masamdan kalkar mısınız?
—    Hey hey hey tamam küçük hanım anlaşabiliriz. Size bir çay ısmarlayayım barışalım ne dersiniz bu arada ben Rıza
—    Peki, olur bende Müjgan, benim çayım açık olsun demli çay dişleri sarartıyormuş geçen gün annem söylemişti de…
—    Müjgan demek, bizim kiracının kızı Müjgan o sen misin?
—    Evet, sende o rıza mısın ev sahibinin serseri oğlu… Babam sizinle görüşmemi istemiyor, kusura bakmayın benim gitmem gerekecek bu durumda…’’ Dedi ve masada rızayı bırakıp çekip gitti.
     Rızaya yapılan bu yanlış, aslında tüm serseri gençlere yapılmış bir yanlıştı… Rıza buna çok kızmıştı, kendisinden yaratıkmış gibi kaçınılması hiç hoşuna gitmemişti. Hırsını soğuk çay getiren garsondan almaya çalıştı fakat garson onu kesmedi… Sahilde biraz yürüdükten sonra soğuk havada bir bankın üzerine uzanarak uyumaya çalıştı…

GECE BANKIN ORALAR


  Soğuk ve bir o kadar da yalnız devam eden bir gece yarısı, eski bir bank ve o bankta yatan rıza ve etrafını sarmış olan birkaç sokak serserisi… Artishane tavırlarla rızayı soymaya gelen bu serseriler daha sonra bu talihsiz gece hiç olmasaydı diyeceklerdi, mevzu yu anlayan Rıza kalan hırsını da bunlardan almak istercesine aralarına daldı, Allah yarattı demeden tokatlamaya başladı serserileri… Aralarından çıktığında hala ayaktaydı ve arkasına bakmadan yürüdü... Eve geldiğinde gecenin ilerleyen saatleri olmuştu uzaklardan sabah ezanı okunmaya başlamıştı, babası uyanmıştı ona görünmeden hemen odasına çekildi ve kendini yatağa bıraktı ve uykuya daldı…
   

RIZANIN RÜYASI

Rıza güneşli ılık bir pazar sabahı evden bakkala doğru giderken arkasından Müjgan seslenir:
—    Rıza seninle konuşmak istediğim çok önemli bir konu var, vaktin var mı?
—    Hayır, yok sen git babandan izin belgesi al önce
—    Lütfen rıza çok önemli 5 dakika ayır nolurrrrrrrr
—    Üfff, tamam kısa kes
—    Rıza… Ben… Şey… Bilirsin işte… Ben…
—    Eee
—    Ben seni cok seviyorum,
—    !!!!!!!
—     Bir şey söylemeyecek misin rıza?
—    Ne dim… A mı dim? B mi dim?
—    Dalga mı geçiyorsun duygularımla rıza?
—    Duygu mu? O kim ya
—    Allah belanı versin rıza defol git
—    Bela okuma kız yürü git!

Rıza birden uyanır ne oluyor lan! Diyerek… Hemen kalkar üzerini giyinir ve evden çıkar... Yolda yürürken hala rüyanın etkisindedir Müjgan hep aklındadır sürekli arkasına bakar rüyadaki gibi gelip konuşacak mı diye… Onu unutmak için adamlarını toplar ve biat etmeyen yapma cemilin mekânını basmaya giderler…
  
YAPMA CEMİLİN MEKÂNI- İÇ - 12:30

    Yapma cemilin mekânında bugünlerde farklı bir telaş vardı rızanın emrine girmemenin getirdiği korku ile etraftaki korumaların sayısında ciddi bir artış göze çarpıyordu. Cemil ve kardeşlerinin yıllardan beri süre gelen serserilik geçmişleri ilk olarak babalarının bunları okula geç yazdırması sonucu okul müdiresinin ceza olarak bunları sürekli aşağılaması dövmesi sonucu psikolojik travmatik psikososyal septomların aşırı uyarılması sonucu beyindeki şiddete eğilim mekanizmasının çalışmasına sebebiyet verdiğinden mütevellit şiddet bağımlısı birer birey olarak topluma girmişlerdir…
  Yıllardır çevre il ilçe mahalle sokak demeden serserilik alanlarını yaymaktan geri durmadılar, 5 kardeşi arasında en büyüğü olan cemil küçükken aşırı yaramaz bir çocuk olduğu için babası sürekli kendisine yapma cemil dediğinden dolayı lakabı o günden beri yapma cemil olarak kalmıştı…
 

YAPMA CEMİLİN MEKÂNI- DIŞ- 12:35

    Soğuk bir hava,  yağmur yağıp yağmamakta tereddüt ediyordu sanki… Mekânın önünde 4 koruma çatıda 2 keskin nişancı, tüm noktaları gören güvenlik kameraları, ısı ve ses algılayıcı detektörler, aşırı gürültü ve silah sesinde otomatikman kilitlenen kapılar… Tüm bu güvenlik duvarını aşması mümkün değildi rızanın, elini kolunu sallayarak içeri girmeliydi işini bitirip çıkmalıydı. Bunun için çok güzel bir plan vardı… Çetesi içinde bulunan amcaoğlu polis cemalin sağlamış olduğu 3 polis aracıyla mekânın önüne geldiler kapılar açıldı ve içlerinden rıza ve adamları polis kıyafetleriyle çıktılar kimse bir şey fark etmemişti hala… Girişten başlayarak cemilin bütün adamlarının silahlarını toplatıp ellerini bağlattırdı… Plan tıkır tıkır işliyordu kimse bir şey yapamıyordu, cemilin ofisine kadar geldiler Rızanın içeri girdiğini gören cemil küçük dilini yuttu şoke olmuştu… Rıza alay içerikli konuşmaya başlar:

—    Görüşmeyeli nasılsın cemil efendi…
—   
—    İyisin iyisin maşallahın var, dün seninle hesabımız yarım kalmıştı sanırım...
—    Hesap mı yapma abi
—    Ne o lan abi mi olduk bugün, dün horozlanıyordun bana…
—    Yok, abi öyle bir şey sana yanlış yapar mıyım? Senin emrindeyim ben, köpeğinim
—    Kes ulan köpek… Benim için çalışmayan adam, adam değildir zaten
—    Dün hata yaptım abi affet, affetmek büyüklüktür abi affet…
—    Kes lan karı gibi yalvarmayı. Senin canını tek bir şartla bağışlarım…
—    Kabul abi ne dersen o olacak
—    Tüm mekânlarını bana devredeceksin, sadece ceketini ve borçlarını alıp bu ülkeyi terk edeceksin seni buralarda görürsem, sana etek giydiririm tüm evlere temizliğe yollarım… Anladın mı lan kopek…
—    Tamam, abi sen ne diyorsan o…

İÇ DÜNYAYA DÖNÜŞ

Rıza kendisine gelmişti dün geceki müjgan vakasından bir nebze kurtulmuştu, siyah bulutların semayı kapladığı bu vakitte kendi içine kapanmayı seçen rıza adamlarından ayrılıp sahile doğru yürümeye başladı, her adım attığında elinde olmadan müjganı hatırlıyordu kendini zorluyordu düşünmemek için fakat engel olamıyordu… İlk bakışmaları hep aklına geliyor istemsizce yüzünde bir tebessüm oluşuverdi ve dudaklarından MÜJGAN ismi döküldü bir anda...









20 Ekim 2012 Cumartesi

MÜJGAN İLE RIZA -1


                                                               1.BÖLÜM




             


 İstanbul - –Sonbahar- Üsküdar

İstanbul’un deniz manzaralı kenar mahallerinden biri, etrafı eski yapı ile döşenmiş tarih kokan evleri, koşup eğlenen düşüp kalkan çocukların sevinç çığlıklarıyla kaplı sokaklar… Sokak aralarındaki bakkallar ve o bakkalların önlerinde toplanan mahallenin ileri gelenlerinin muhabbet dolu konuşmalarıyla geçen günler… Kadınların kapı önlerinde oturup evin reisinin beklendiği vakitlerin muhabbetle süslendiği günler… İhtiyar dedelerin ikindi vaktinde dükkân önlerinde toplaşıp bir demlik miktarınca eskilerin yâd edildiği vakitler… Mahallenin genç delikanlılarının sokağın girişinde nöbet tutarak bir bakıma sokağın asayişinden sorumlu olunduğu günlerdi…

Sokak- Öğle Namazından Önce

Günlerin su misali ilerlediği ve önüne kattığı günleri bir bir ömürlerden ayırıp vuslata yaklaştırdığı zaman diliminde bir gün sokağın kaderinin değişeceği sinyali, sokağa girmeye çalışan bir kamyonun sola dönüş sinyaliyle anlaşılıyordu.
  
Al yazmalım gönlüm sende…
Salih abi bu paranın üstü nerde…


    O gün sokakta bir telaş vardı Rüstem dayı evinin alt katını bir aileye kiraya vermişti. Emekli öğretmen karı koca ve bir kızı taşınıyordu… Sokaktaki delikanlılar da adet üzerine yardımcı oluyorlardı taşınmalarına…
    Sokakta o gün farklı bir hava vardı, çiçekler farklı bir kokuyor, çocuklar ağlamıyor annelerinden sakız parası istemiyorlardı, bebekler mamalarını yiyorlar, kız çocukları ip oynarken ipe basmıyorlardı, futbol oynayan çocuklar Messi gibi Ronaldo gibi oynuyorlardı, ev hanımları yemeklerin dibine tutturmamıştı o gün, babalar eve sakin gelmişlerdi, o gün havada bulutta yoktu, o gün benzine zam dahi yapılmamıştı, yine o gün Galatasaray Fenerbahçe’yi kendi evinde yenmişti, sular kesilmemiş, kaçak elektrik kullanımı durmuştu…
  İşte o gün o sokağa güzelliği ile dillere destan olacak bir güzel gelmişti MÜJGAN…


Günlerden Müjgan…

 Bir kenar mahalle dilberi, güzelliğiyle balıkçı aziziye taş toplatan… Uzun siyah sırma saçları… Siyah Marmarabirlik zeytin gözleri… faber castell kalem kaşları… Bal deresinin bal dudakları… Amasya elması al yanaklarıyla müjgan… Bir bakan bir daha bakar döner bir daha bakar, döner bir daha bir daha… Efsunlu bakışları tüm gözleri kendine hapsediyordu…

                                     Bir bakış attın gönlüme taktın…
                                        Medet ey İsmail abı…
                                          

Ailenin tek kızı olması ve güzelliği onu kaprisli, kendini beğenmiş bir ruh haline sokmuştu, tek kusuru vardı biraz IQ seviyesinin normalin altında kalmasıydı… Bu kusur güzelliğiyle kapanıyordu çünkü kimse onun yanına pek yanaşamıyor konuşamıyordu… Öğretmen bir ailenin kızı olması sayesinde liseyi ancak bitirebilmiş, birkaç kere üniversite sınavına girmiş fakat baraj puanının yanından dahi geçememesi yüzünden ondan da vazgeçmişti… O günlerden sonra ailesinin baskısıyla dikiş nakış kurslarına gitmeye başlar müfgan… Alt mahalledeki Fadime düğün salonunun yanındaki dikiş nakış kursuna gitmeye başlamıştı. Her sabah evden çıkar kurs yolunda edalı tavırlarıyla ilerler mahallenin delikanlıları o evden çıkmadan saçları jöleler, parfümler boca edilir ve müjgan’ın yolunu gözlemeye başlarlardı… Son günlerde berber recebin işlerinde ani bir artış göze çarpıyordu müjgan mahalleye bereket getirmişti! Gençlerdeki kişisel bakım onun gelmesiyle artmaya başlamıştı. Lakin bütün bu çabalar müjganı etkilemeye yetmiyordu, çevrensinde pervane olan gençleri gördükçe kendini beğenmişliği ukalalığı ve kibri artıyordu… Onların bu yersiz ilgisi hoşuna gidiyordu fakat hiçbirine yüz vermiyordu… Zor kadın olmayı seviyordu… Bu vakte kadar karşısına tam anlamıyla kendini etkileyebilecek biri çıkmamıştı…

İçin için yanıyor, yanıyor bu kömür…
Neden, niçin yanıyor, yanıyor bu kömür…



Sokak başı – Akşam  vakti-

Rüştem dayı ağır adımlarla camiye doğru ilerlerken aklına hayırsız oğlu rıza gelir ve hüzün çöker o yıllardır ağır yükler yüklediği omuzlarına… Dayanamaz ve çöker belediyenin yeni yapmış olduğu kaldırıma ve düşünmeye başlar oğlunu… O sırada da akşam ezanı okunmaya başlar…

Rıza…

Kelamın kibarı kibariyeden gelir fikrini savunan mizacı, iffeti düşünce biçimi üzerine yoğrulan fikirleriyle farklı platformlarda öne atılmaktan çekinmeyen yapısını seyrü sülükiyetinden taviz vermemesi, gurur okşayan naif iltifat yeteneği… Ruhun derinliklerin de yankı bulan ses tınısı… Mozaik motifler misali karmaşık duygu çalkantıları yaşayan… Hem zengin hem gururlu… Ekonomik özgürlüğün zirvesinde sörf yapan bir rahatlık, tüm bu sıfatlardan uzak bir insandı rıza… Tek bildiği serserilik ve bu alanda da nam yapmış biriydi… Mahalledeki serseri gençleri bir araya getiren onlarla serseriliğin ansiklopedisinin son cildinin hazırlayan ve sunan bir kişilik mahsulüydü rıza… Rüstem dayının serseri tek oğluydu küçüklükten beri hem boş beleş işlerle uğraşır babasına hayırsız bir evlat olmak için uğraşırdı sanki… Kabına sığmayan yapısı, serseri ruhu, çılgın macera seven hayalperest yaşantısı içinde geçmişti yıllar… O hunharca ve hoyratça harcanan yılların sonunda Rüstem dayı oğlunun sürekli okul bahanesiyle askerden kaçmasından bıkmış ve oğlunun belki asker ocağında adam olacağı umuduyla onu ihbar eder ve askere gitmesine neden olur… Rıza aylardır askerdedir babasına kızmış izne gelmemiştir, teskereyi alalı 3 gün olmuştu ve babası hasretle oğlunun adam olmuş halini beklemektedir.

O SABAH

  Mahallenin delikanlıları bugün Müjgan için süslenip sıraya girmemişlerdi, geceden aldıkları bir haberde  Rızanın yarın sabah mahalleye giriş yapacağını öğrenmişlerdi.Herkes kendine çeki düzen vermişti, Rıza böyle kızların peşinden koşulmasına karşıydı kitabında koşma yok koşturma vardı... 
   Mahallede herkes öğrenmişti rızanın geleceğini ihtiyarlar nine ve dedeler ya sabır çekmeye başlamıştı...Genç kızlar kapı ve pencerelere yerleşmeye başlamıştı...Artık serserilik tek elde toplanacaktı , tüm başı boşluğu ve serseriliği üstlenmeye geliyordu Rıza... Tüm bu olayların dışında kendi havasında olan Müjgan kurs için hazırlığını  bitirip yola çıkmaya hazırlanıyordu...
  
O SABAH - 15 DAKİKA SONRA 

Rıza arkadaş ekibiyle mahallenin köşesindeki yoldan yavaşça sokağa giriş yapıyordu, tüm gözler onun üzerindeydi, rıza ağır bir ifadeyle kendisine bakan gözleri selamlayarak babasının bakkal dükkanına doğru ilerliyordu arkasında onlarla serseri arkadaşı ile birlikte... Tam bakkala girecekken Müjgan bakkaldan çıkar ikisi de birden ve aniden göz göze gelirler... 

13 Ağustos 2012 Pazartesi

0.07 Victor Final




OPERASYONDAN 1 SAAT SONRA....



Issız karanlık ve rutubetli sığınak görünümlü bir depo, yüksek tavanlı etrafı kırık camlarla çevriliydi, uzun zamandan beri kullanılmadığı etraftaki makinelerin paslı görünümünden anlaşılıyordu… Samuel gözlerini açtığında yarası hafiften sarılmış bir vaziyette demir bir sandalyeye bağlanmış olarak buldu kendini… Son bir saat içinde olanları hatırlamıyordu ayağı hala ağrıyordu… Tam o sırada içeriye Marcus girer Samueli ukala bir tavırla süzdükten sonra ona;
-         Ey annemin oğlu, sana bir teklifim olacak, gel bana katıl birlikte bu âlemi yönetelim, sana her istediğini veririm yeter ki bana biat et…
-         Ben senin kardeşin değilim, ne seninle çalışırım ne de sana biat ederim…
-         Komik olma Samuel, artık Victor yok seni kimse kurtaramaz, Frank’in başına gelenler senin başına da gelmeden bana biat et…
-         Ne yaptın lannn ona alçak herif…
-         Şimdi sevgili arkadaşın Frank, hastanenin balkonunda sallanıyor…
-         Ona kıydın demek alçak herif…
-         O sadece bir başlangıç Samuel, sende onun yerinde olmak istemiyorsan bana biat et ve Victor’un nereye gidebileceğini söyle…
-         Demek Victor kaçtı, sen bittin o zaman alçak Marcus… Sen başını yastığa koymadan o senin başını alır… Beni öldür hemen yoksa burası yakında yok olacak Victor’u tanımıyorsun sen… Çok az vaktin kaldı Marcus…

Marcus kibri Samuel’in uyarılarını dikkate almamasına neden olmuştu... Marcus âlemdeki tüm çete liderlerinin yanına gelmesini emretmişti, onlara da artık Victor’un yerine kendisinin geçtiğini söyleyecekti ve onlardan kendisine biat etmelerini isteyecekti… Menfaat üzerine kurulan dünya o çete liderlerinin de Victor’a ihanet edip Marcus’a biat etmelerine neden olmuştu… Frank’in asılması ve kardeşinin yaralı ve bağlı halde sergilenmesi tüm çeteleri korkutmuştu, kardeşine bunları yapan bize ne yapmaz fikri onları ihanete sürüklemişti… Ama unuttukları önemli bir şey vardı Victor ölmemişti ve intikam için geri gelecekti…

 OPERASYONDAN 2 SAAT SONRA…

Marcus’un yanına adamlarından biri koşarak gelir ve hastane balkonundan Frank’in cesedinin indirildiğini ve oradaki adamlarının öldürülüp cesetlerinin asıldığını söyler… Kendisini de sağ bırakıp Marcus’a mesaj göndermesini istemiştir, mesaj kısa nettir ‘’ Alçak Marcus adamları mı öldürmenin bedelini ödeyeceksin, Samuel’i kurtarmaya ve senin canını almaya geliyorum beni bekle’’…
Hala kibir içinde yüzen Marcus şeytani planlar düşünür, Victor’un hırsla geleceğini bildiği için ona kendinden beklenmeyecek büyüklükte bir tuzak kurar… Planını yapar ve beklemeye başlar.

OPERASYONDAN 3 SAAT SONRA

   Samuel’in saklandığı depo şehirden uzak bir yerde küçük bir ormanlık arazisinin ortasında yer alıyordu, çevresinde birkaç çiftlikten başka bir şey yoktu, havasının ve suyunun kötü olması yüzünden yerli halk burayı yıllar öncesinden terk etmişti. Etrafta kimsecikler yoktu, Victor dikkatlice etrafı gözlüyordu Marcus’un bir şeyler planladığını tahmin edebiliyordu… Yarası hala kanıyordu geçici olarak sarmıştı kolunu, tedavi olacak vakit yoktu bir an önce Samuel’i kurtarmalıydı… Dikkat çekmeden deponun yanına kadar gelmişti etrafa bakıyordu fakat kimse görünmüyordu, ‘ SAMUEL’ diye birkaç defa bağırdıktan bir süre sonra Samuel’in sesini duyar ve deponun giriş kapısına doğru koşar adımlarla ilerler… Kapıya vardığında deponun ortasında Samuel’i sandalyede bağlı bir vaziyette görür ve üzerinde de zaman ayarlı bir bomba vardır… Kapının önüne geldiğinde karşındaki kapıdan Marcus görünür…
-         Seni daha geç bekliyorduk Victor erkencisin bugün
-         Seni adi pislik, ölüm fermanını 2 saat önce imzaladın sen… Seni de o patronunu da yok etmeye geldim…
-         Bırak bana tehdit savurmayı da sen önce adamını kurtar, tabi kurtarabilirsen… Adamının üzerinde 120 saniyeye ayarlı bir bomba var ve bulunduğun yerden de onun yanına kadar mayın döşenmiştir, bakalım mayınlara basmadan vaktinde adamını kurtaracak mısın?

Marcus bunları söyler ve kapıdan çıkarak gider, Victor onun peşinden gitmek ister fakat Samuel’i kurtarması gereklidir. Bomba aktif hale getirilmiştir, Victor yavaş yavaş ilerler bastığı yerlere dikkatlice basmaya çalışır… Mesafenin uzunluğu ve sürenin azlığı Victoru sinirlendirir ve ani hareketler yapmasına neden olur… Yolu yarılamıştır fakat 60 saniyeden daha az bir süre kalmıştır… Samuel artık sonun geldiği anlar ve Victor’un daha fazla yaklaşmamasını ister. Artık vedalaşma zamanı gelmişti ikisi de gözyaşlarını da tutamıyorlardı, yıllar önce Victor’un kendisini kurtardığı anı hatırladı yıllar sonra yine ölüme çok yakındı fakat bu sefer kurtarması mümkün değildi… Saniyeler hızla ilerliyordu ömrünün son saniyelerini yaşıyordu Samuel… Yıllardır birlikte çarpıştığı adamının gözlerinin önünde öleceğini anlayan Victor yıkılmıştı, şu 2–3 saat içinde her şeyini kaybetmişti önce Frank şimdi de Samuel…
Samuelin son sözleri şunlar olmuştu:
"Seninle birlikte çalışmak güzeldi Victor kardeşim"

Saniyeler acımasızca hızla ilerlemişti yılların dostluğu o son saniyeyle birlikte yok olmuştu, artık samuelle Victor sonsuza kadar ayrılmışlardı, Victor’un gözlerinden akan yaşlar artık akmıyordu, en sevdiği iki adamı gözleri önünde öldürülmüştü… Bu acılara dayanamıyordu artık, tüm bu yaşananlarının sonunda artık kendisi de yaşamak istemiyordu bu zalim ve acımasız dünyada, bir anda düşündü belki bunca yıldır yaptıklarının bedeliydi bunlar… Döktüğü kanların bedelini sevdiklerinin kanıyla ödüyordu… Artık kimse yoktu bu dünyada tek kalmıştı onu ayakta tutan sadece intikam hırsıydı… Bütün bunların hesabını başkana ve Marcus’a sormalıydı…

OPERASYONDAN 5 SAAT SONRA…

Victor başkanın ve Marcus’un peşine düşmüştü, her ikisi de Victor’un öldüğü sanıyorlardı bu yüzden de teknede bir kutlama yapacaklardı… Victor bunu başkanın koruması konuşturarak öğrenmişti… Saat sekizde sahilde ' Revolution ' isimli yatta kutlama yapacaklardı… Buluşma vaktinden önce gelmişti ve o yata elinde kalan son patlayıcıları doldurmuştu… Bu akşam bütün adamlarının intikamlarını alacaktı, son kez karşılarına çıkıp ölüm korkusunu yüzlerinde görmek istiyordu…

Saat sekiz olunca önce Marcus özel kurşungeçirmez tankı andıran cipiyle gelmişti, on dk sonra da başkan özel güvenlik konvoyuyla yata gelir… Karşılıklı içkilerini yudumladıkları sırada bir anda Victor çevredeki korumaları etkisiz hale getirip karşılarına çıkar… İkisi de şok olmuştu Victor’u karşılarında gördüklerinde, ellerindeki kadehler yere düşmüştü… Başkanda korku Marcus da ukala bir ‘sen ölmez misin be adam’ tavrı vardı…
-         Victor senin ne işin var burada… Arkadaşın Frank’e üzüldüm…
-         Bırak lan… Bu yalanları, her şeyi biliyorum bu köpeği benim yerime geçirmek istiyorsun, o yüzden beni sattın bu köpeğe…
-         Tamam, Victor anlaşabiliriz, sen aklı başında birisin, şiddete hiç gerek…
-         Kes lan buraya sizinle anlaşmaya gelmedim, bugün burada bütün hesaplar kapanacak birazdan hepiniz havaya uçacaksınız, sizin Samuel’e yaptığınızı bende size yapacağım…

Başkan korkudan titriyordu fakat Marcus hala o kibirli tavrından vazgeçmiyordu… Samuel’in adı geçince bir an dikkati dağılan Victor’u gören Marcus belindeki tabancayla Victor’un göğsüne iki el ateş eder…
Koskoca Victor,  yılların eskitemediği adam, zaten yaralıydı bu kurşunlarla da dizleri üzerine çökmüştü… Gözlerinin önüne Frank ve Samuel gelmişti, artık dayanacak gücü kalmamıştı ömrü boyunca yaşadıkları şu 5 saat den daha kısa geliyordu… Yıkılmasına az kalmıştı ceketinin cebinden patlayıcıların kumandasını çıkartır ağır ağır ve patlayıcıları aktif hale getirir…10 saniye sonra her şey bitecekti… Bir an yüzünde bir tebessüm oluştu ve ağzından şu söz döküldü:
" Geliyorum kardeşim… Geliyorum Samuel… "

Koca Victor bu sözleri söyler ve denize düşer… Kaçmaya fırsat bulamadan Başkan ve Marcus yatla birlikte havaya uçar…

Victor’un kurmuş olduğu suç imparatorluğu 5 saat içinde yok olmuştu… Kimsenin aklına gelmeyecek bir şeydi, fakat gel görelim kalemler kırılmıştı yapacak bir şey yoktu… Bir devir kapanmıştı artık… Victor ve çetesi asla unutulmayacaktı, onlar tarihin tozlu sayfaları arasında yerini alacaklardı…


 BAŞKA MACERALARDA GÖRÜŞMEK ÜZERE AKLI SELİMDE KALIN...

12 Ağustos 2012 Pazar

0.07 Victor V



( 5.BÖLÜM )




OPERASYONDAN 1 SAAT  ÖNCE


Beyaz sarayın kırmızı halılı koridorlarından daha önce hiç kimsenin görmediği simada biri hızlı adımlarla başkanın odasına doğru yürüyordu…  Bu meçhul kişi başkanın odasına girer ve hemen saat üç yönündeki camın oradaki Çin malı deri koltuğa yayılmak yerine başkanın oval ofis diye tabir ettiği odanın kuzey tarafında bulunan tek kişilik ahşap işlemeli üzerinde kuş tüyü yastık bulunan sandalyeye oturur… Kimdi bu? Kendinden emin tavırlı, rahatça başkanla konuşabilen yeni yüz! ...
Ekibinde ona Bostonlu Marcus derler, düşmanları ve onu sevmeyenlerde kalleş Marcus diyorlardı. Yeni yeni piyasaya girmiş fakat giriş o giriş ortalığın tozunu dumanına katmıştı. Tek rakibi victordu. Başkanında kendisini çağırmasının tek sebebi bu olabilirdi.

Başkan oturduğu koltuktan ağır ağır kalkar çekmeceden bir puro alır ve şöyle bir burnunda gezindirerek koklar halis Küba purosudur… Marcus hemen yetişir ve başkanın purosunu yakar... Başkan söze başlar ‘’seninle bir anlaşma yapacağız Marcus, ben sana şu anda Victor’un sahip olduklarından daha fazlasını ve senin istediklerini vereceğim sende Victoru ölü yâda diri bana getireceksin.’’ Var mısın yok musun? ...Başkan Victorun kalemi kırıp Marconun önüne atar… Artık Victor imparatorluğunun sonu için geri sayım başlamıştı...
Marcos bu teklife balıkla daldı, kaçırılacak fırsat değildi yılladır istediği buydu, ancak bu şekilde Victor’u yenebilecekti ve âlemde tek olacaktı. Başkan kendisine her türlü desteği vereceğini söylemişti, fakat kafasında bir soru işareti kalmıştı Victor gibi bir adamını niye harcıyordu, niye kendisine teslim ediyordu. Bunu başkana sordu fakat başkanın cevabı onu pek ikna etmemişti. Başkan sadece ‘’Victor işimize yaramıyor artık’’ diyerek geçiştirmişti. Asıl neden aslında Victor’un çok fazla güçlendiğiydi, Frankin vurulmasının altından da başkan çıkacağından, kısa vadede Victor’un büyük olay çıkartacağını bildiği için onu ortadan kaldırmak istiyordu…
Başkan Victor’un istediği hastaneye birkaç adamını yerleştirmişti ve onlara orda saklanmalarını ve silah sesi duyduklarında arkadaki kapıyı açmalarını emir vermişti. Marcos en güvendiği 5 adamını yanına almıştı diğer adamlarını da Victor’un ordusunun içine sokmuştu, onlarda kargaşa çıktığında Victor’un adamlarını öldüreceklerdi, planını son kez gözden geçirirler… Plan şuydu,  keskin nişancı hastanenin karşısındaki kilise den Victorun ordusundan 3 kişiyi vuracaktı, silah sesini duyan içerdeki adamlar hastanenin arka kapısını açarak. Marcos ve adamlarını içeri alacak, silah sesinden korkan halk telaşa kapılıp kaçmaya çalışacak ordunun dikkati dağılacak ve ordu içindeki adamları Victor’un adamlarını öldürecekti, devamında siber destekle uçak ve helikopter düşürülecek bununla birlikte Victor’un elindeki tüm silahlar çalışmaz hale getirilecekti, Marcos de adamlarıyla içeri girip operasyona başlayacaklardı…



OPERASYON BAŞLIYOR…

 Üç el silah sesinin duyulmasıyla hastanenin arka kapısı açılır ve Marcos ve adamları içeriye sızarlar… Victor güvenlik amacıyla hastane içinde adam bırakmamıştı, bu yüzden çok rahat içeriye sızmışlardı, hemen tüm elektrik kaynaklarını kapatırlar, Victor ve adamlarının 3.katta ameliyathanede olduklarını biliyorlardı, sessizce yukarı çıktılar Victor’un iki adamını öldürürler…
Elektrikler kesilince Victor’un ameliyatı yarım kalır, hala dikemediği damarlar vardı, Frank’in kanaması hala devam ediyordu… Victor başkanın kendisini sattığını anlamıştı ama şimdilik yapacağı bir şey yoktu öncelikle Frank’i kurtarmalıydı, fakat karanlıkta bir şey yapamıyordu… Dışarıda sürekli silah sesleri duyuyordu, ortalığın karıştığını biliyordu başkanın kendisi için kimi yolladığını merak ediyordu, ama şimdi oradaki güvenlikte sağlamalıydı… Kontrol ve güvenlik için Samuel’i yollar… Samuel karanlık koridorda ilerlerken zihninden bir anda sonlarının geldiğini düşünür ve ürperir… Koskoca yılların eskitemediği yaşlı kurt bugün tuzağa düşürülmüştü… Tam bunları düşünürken bir anda bacağında bir sıcaklık hisseder ve bir anda yere yığılır… Sağ bacağından kurşun girip çıkmıştı acı içinde yerde kıvranmaya başlar bir yandan da bozuk ağzıyla ağza alınmayacak sertlikte küfürler saymaya başlar… Kafasını kaldırdığında çok şaşırır konuşamaz sadece ‘’ Marcus demek sendin’ diye mırıldanır ve bayılır…
  Marcus Samuel’in küçük kardeşidir… Yıllar öncesinden mahalde misket oynadıkları sırada Samuelin Marcus’a hile yaptığını iddia etmesi üzerine aralarında çıkan kavgadan sonra birbirlerine küserler ve bu yüzden yıllardır konuşmazlar. Her ikisi de sokaklarda büyümüş, serserilik üzerine master yapmışlardır, sürekli birbirleriyle rekabet içerisinde yaşamışlardır… Heves ve arzularına düşkün olan Marcus abisi gibi değildi istediği bir şeyi ne şekilde olursa olsun yapmak isterdi karşısına abisi çıksa dahi…
   Marcus adamlarına Samueli götürmelerini söyler, kendisi de Victor’un karşına çıkar ve bir anda elektrikler yanar… Karşısında Marcus’u görünce şaşırmıştı Victor, başkan kendisi için demek marcosu göndermişti… Victor:
—   Demek başkan seni gönderdi haa... Başka adam kalmadı mı ki senin gibi birini gönderdi.
—   Beğenemedin mi Victor, artık sen ve senin o imparatorluğunun sonu geldi… Artık emeklilik vaktin geldi…
—   Sen mi beni emekli edeceksin, sen git o patronuna söyle bana daha tecrübeli birilerini göndersin ya da kendi gelsin ordusuyla birlikte…
—   Hala kendine çok güveniyorsun Victor, artık anla şunu sen bittin, senin yıllarca hüküm sürdüğün o topraklar artık benim hâkimiyetim altında olacak…
—   Sende hala heves ve arzularının peşindesin… Sana bana katıl dedim dinlemedin gittin üç beş sokak serserisiyle evcilik oynadın, bırak bu oyunları artık adam ol…
—   Ha ha ha… Sen şimdiki haline bir baksana… Bütün adamların yok oldu, en güvendiğin adamının biri masada ölüyor, diğeri de benim elimde biraz sonra ölecek… Bırak şu inadı da teslim ol beni uğraştırma.
—    Samuele ne yaptın lan köpekkk… Ben bunun hesabını sana ve o başkana sormaz mıyım lan…
—   Bu halinle daha intikam mı diyorsun sen ya komik olma Victor… 

Marcus masa da yatmakta olan Frank’in üzerine kurşun yağdırmaya başlar… Victor bir anda şok olur eli ayağı tutmaz, can dostu Frank artık yoktu… Kalleş kurşunlar onu almıştı Victordan… Frankten sonra silahı Victor’a doğrultur ateş eder ve kolundan vurur…  Hemen kendine gelen Victor üçüncü katın camından aşağıya çalıların üzerine atlar ve bir anda ortalıktan kaybolur… Marcos hemen adamlarına peşine düşmelerini söyler… Daha sonra zalimliğin sınırlarını zorlarcasına aklına şeytani bir fikir gelir… Samuel’in bulunduğu yerin adresini kâğıda yazıp Frank’in üzerine yapıştırır… Bundan sonrası ise daha korkunçtur, zalim Marcus Frank’in yaralı bedeninin hastanenin camından sallandırılmasını emreder… Bu zalimce hareketle Victoru kızdıracağını ve o öfkeyle onu tuzağa düşüreceğini planlar… Kibrin bu kadar şahlandığı bu zamanda Marcus zafer sarhoşluğu içerisine girmişti, bu şekilde bir vahşet sergileyerek âlemde nam yapma niyetindeydi…
İçerde bunlar olurken dışarıda Victor’un adamları da öldürülmüştü, halk şok olmuştu dakikalar içinde Victor’un imparatorluğu yıkılmıştı Frank’in cesedinin balkondan sallandırıldığını gördüklerinde her şeyin bittiğini anlamışlardı, insanlar gözyaşları içerisinde Frank’in cansız bedenine bakıyorlardı… O sırada Marcus balkona çıkar ve halka ukala bir edayla seslenir…
‘’Beni dinleyin ey insanlar, artık Victor ve ekibi tarih olmuştur… Görüyorsunuz işte Franki, çok yakında diğerlerini de böyle asacağım ve hepiniz göreceksiniz… Bu âlemde artık benim dediklerim olacak, bundan sonra Victor yok artık kral Marcus var…’’

5.BÖLÜM SONU 


                       

-TÜL KEDİSİ-

ABSURD GENCİN AĞZINDAN: Yıl 1990 İstanbul’da, güzeller güzeli bir kız, fedakâr bir anne, cefakâr bir baba varmış. Anne ölünce bab...