GÖTÜR BENİ GİTTİĞİN YERE....
Günün ilk ışıkları,
yüzüme lanet perdenin arasından vururken alarm defalarca çalmış, ben yine derse
geç kalmış bir şekilde uyandım. Yataktan fişek gibi bir kalkmışım; terliğimin
diğer tekini arama zahmetine dahi girmeden, çeşmesinden pas akan banyodan duşumu
aldım. Ütüsüz gömleklerimden birini seçip kendime takım elbisenin içine hapsederek
evden çıktım.Çıkmaz olaydım. Ev sahibinin küçük oğlu 3 aylık kira borcum için
pusuda beni bekliyordu. Beni görür görmez lanet cırt sesiyle annesine
seslendi. An itibariyle kapı önünde
gereksiz bir kalabalık oluştu. Evin
reisi baba, ekonomiden ve kiracılarla iletişimden sorumlu anne ve farklı
ebatlarda boy boy aile bireyleri. Tüm gözler benim üzerimde, ortamda sessizlik hâkim…
Benden makul bir açıklama beklemedikleri gözlerindeki o; ver artık şu kirayı
bıktık senden bakışından belli oluyordu.
Gözlerimi o bakışlardan kaçırıp kapı aralığından sinsice yaklaşan;
muhtemelen ocaktan yeni alınmış masaya tam da tulum peynirinin yanına yeni
konmuş menemene çeviriyorum.
Kendimi toparladım. Derin bir nefes aldım. Beyin
loblarımı harekete geçirdim ve çılgın bir manevra ile tüm dikkatleri masada
bulunan menemene çekmeye başladım. Konunun ayak üstünde değil de masa başında
sıcak ekmeği menemen ile buluşturarak yapmanın daha doyurucu olacağına tüm aile
bireylerini ikna etmiştim. İşe geç kalmıştım ama bu menemeni de burada yalnız
bırakamazdım.
Oval kahvaltı masasındaki üçlü zirveden iki tarafın da memnun
ayrılmasına vesile olan menemene şükran borçluyuz. Tanrı onun tuzunu eksik
etmesin. Borçlar konusunda kısa vadede
verebileceğim en iyi teklif onlara uzun vade de umut vermek oldu.
Menemenin içimi ısıtan sıcaklığı derse geç kalmışlığımı
unutturdu. Ama olsun bugün en azından kantinin o susamsız kuru simidini
yemekten kurtulmuştum.
Saat sekize
on var… Mesai 08.30. Patron 8:45’te şirketin kafeteryasında çay 09.00’da makam
odasında kahve içer. Saate bakıyorum... Ooo baya zamanım da kalmamış. Şimdi şu gelecek metrobüse binsem 40 dakikaya
şirketin karşındaki durakta artı 10 dakika yürüyüş mesafesi… Şirkete giriş
asansör bekleme de derken odama patrona görünmeden çıkmam 15 dk. Sonuç olarak 08.55
de masamdayım… 5 dk. Kârdayım. Patron kahvesini yudumlamaya başlamadan ben
masamda büyükannemin resminin tozunu alıyor olacağım.
Patrondan
önce işe gitmem için metrobüsün gelmesine son 4 dk…
3dk…
Lanet olsun
2dk…
Durak
dolmaya başladı. Gelmesine garanti gözüyle baktığım neredesin… Geldiğinde bu
kalabalıklar arasından sana kavuşabilecek miyim? Binebilenler arasında kendimi
görmekte zorlanıyorum.
1dk…
Uzaklardan
bir ışık huzmesi, kollarını açmış geliyor… Patron bugün de geç kaldığımı
öğrenirse lanet kıçıma tekmeyi basar…
Kapı açıldı.
Pazar filesine sokulmaya çalışılan son parça malzeme gibiyim. İnsanlığın kaba
etlerinden oluşan bir duvar kapıyı kuşatmıştı... Girmeye çalışmak intihardı,
neyle yüz yüze geleceğiz belliydi ama kozmos bize başka şans bırakmamıştı.
Kapıda
bekleyiş sürüyordu. Galiba beklenmedik bir şey oluyordu; kalabalık arasından
birileri inmeye çalışıyordu. Kapıdaki muhafızlardan yardım talep edildiği
haberleri on cephede bulunan yolculardan geliyordu. Herkes suskun, gözlerde
korku, kalplerde umut ve heyecan vardı. Kale gibi korunan otobüsten bir veya
daha fazla insan için umut ışıkları doğacaktı. Ve o talihli insanlar en azından
bugün işe geç kalmayacaklardı.
Otobüste
sadece bir kişilik yer açılmıştı. Bu lanet olsun ben bu noktaya kolay gelmedim,
dişimi tırnağımı yiyerek geldim. Ne yani şu otobüse mi binemeyeceğim… Tüm lanet
gücümü kullanarak bedenimi otobüsün sınırları içerisine sokmayı başardım. Artık
içerdeyim. Burada fazla bir yaşam alanı ne yazık ki yok… Kısıtlı havamız var bu
yüzden sırayla nefes alıyoruz. Artık kendi aramızda yazılı olmayan bazı
kurallar koymuştuk… Sucuk, kelle paça, sarımsak ve soğan (menemenin içindeki
hariç) yiyenler metrobüse alınmayacak, gizlice giren veya sakızla yediği haltı
gizlemeye alışan uyanıklar derdest edilip en yakın durakta atılacaktı…
Bu konuda ve
metrobüse binemeyenlere karşı duygusal tepkiler vermek yasaklanmıştı. Duygusallığa
yer yoktu çünkü çok kalabalıktık. Önümüze bakıp yolumuza devam etmeliydik. Şu
kısa süreli yolculuklar da birbirimizi her gün göremiyorduk. Bir kişiyi üst
üste iki gün görmek ona selam vermeyi gerektiriyordu. Selam verirse almalı,
inerken yardımcı olmalı, hapşırmasına müsaade etmemeli,mümkünse ağzını
kapatmalı, bu en önemi kurallardandı. Derin nefes almak yasaktı, alan gafillere
sert bir bakış atmak da kurallarımız arasındaydı.
Nihayet bu sefer de yolun sonuna gelmiştik, metrobüs
kardeşliğimize bir dem çay mesafesi daha ilave etmiştik. Bugün kardeşliğimiz
üyelerinden Muhsin efendinin torunun akşam sünnet helvası varmış, üye
kardeşlerini davet etti. Mesai çıkışı gitmeye karar verdik, gidip helvadan
nasiplenelim dedik.
09:01…
Odamın
kapısını yüzümdeki helvanın sevinciyle açtığımda, babaannemin resminin patronun
elinde olduğunu fark ettim. Tansiyon, şeker kolesterol küçük abdest hepsi yerle
bir oldu. Hele o yüzündeki seni şimdi kovacağım bakışı beni benden aldı. Kafamı
çevirip saate bakayım dedim… Deyiş o deyiş. Karnım ağrımaya, başım dönmeye ve
finalde de beyaz bir ışık görünmeye başlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder